27 Mayıs 1960, Türkiye için unutulmaması icâb eden bir tarihtir.
Bu tarih, milletin helâl reyleriyle iktidara gelen Demokrat Parti’nin, askerî darbe ile iktidardan uzaklaştırılması ve neticede biri başbakan olmak üzere 3 devlet adamının, 3 Demokrat siyasetçinin zulmen idamıyla neticelenen bir ‘süreç’tir.
Kayıtlara geçen ilk askerî darbe olan 27 Mayıs 1960, sonraki darbelere de yol açmış. Millete rağmen iş gören bürokrat ve siyasetçiler, hep bu yola mürâcaat etmiş. Bu darbe aynı zamanda, Demokrat siyasetçilerin başları üzerinde “Demokles’in kılıcı” gibi asılı durmuştur.
14 Mayıs 1950’deki ilk serbest seçimde iktidara gelen ve sonraki iki seçimi de yine tek başına iktidar olarak kazanan DP, ‘eski rejim’in hücumuna uğramış ve ‘tek parti/CHP’ anlayışına sahip siyasetçilerin de desteğiyle darbeciler harekete geçmiştir.
Üstad Bediüzzaman’ın “İslâm kahramanı” iltifatına mazhar olan Adnan Menderes’in en büyük hizmetlerinden biri de 18 yıl boyunca (1932-1950) okunması yasaklanan Ezan-ı Muhammediyi yeniden “Allah-ü Ekber” şeklinde okunmasına vesile olmasıdır. Düşünün ki “Allah-ü Ekber” diyerek ezan okuyan insanlar, tam 18 yıl boyunca hukukî takibata uğramış, bazen de hapse atılmıştır. Bu hadiselerin şahitleri hâlen hayattadır.
27 Mayıs darbesi sonrasında kurulan “Yassıada Mahkemeleri”nin de şahitleri vardır. Bu mahkemelerin adaletten çok çok uzak olduğunu her halde ayrıca ifade etmeye gerek yoktur. Öyle ki, oradaki mahkemenin başkanı, ‘sanık’lara; “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” diyebilmiştir.
O günün şahitlerinden biri de Av. Mehmet Yağcı’dır. Hemşehrimiz olması hasebiyle geçen yıllarda yaptığımız bir görüşmede o günleri şöyle anlatmıştı:
“Menderes’le tanışmak nasip olmadı. Ama ben, aynı zamanda hemşehrimiz olan DP Milletvekili ve Devlet Bakanı İzzet Akçal’ın Yassıada dâvâsında avukatlığını yaptım. En genç avukat bendim Yassıada’da. Yani Demokratların avukatlığını yapanlar arasındaydım. İzzet Akçal ve Necati Topçuoğlu’nun avukatıydım. (...)
Bir gün biz müdafaa yapıyoruz. 1961 Mayıs ayı. (...) Biz Yassıada’da ciddî şekilde çalışıp Demokrat Partili mağdurları müdafaa yapıyoruz ki bir gün (mahkemede kâtiplik yapan ve benim arkadaşım olan) Ahmet geldi ve bana “Siz boşuna müdafaa yapıyorsunuz, mahkeme kararları verdi, hatta kararlar baskıya bile gitti” dedi. Ahmet bunu bana haber verince ben hemen bazı arkadaşlara durumu ihsas ettirdim. Bu bilgiyi açık açık söyleyemiyoruz, çünkü Demokrat Partilileri savunan avukat arkadaşların arasında da istihbarat adına çalışanlar olduğundan şüpheleniyoruz. Bir gün bütün Demokrat Parti’li mağdurları savunan avukatlar bir aradayken dedim ki, “Ben bir teklif yapıyorum. Müdafaadan vazgeçelim, müdaafa yapmayalım. O gün cübbelerini çıkarıp mahkeme kürsüsünün üstüne koyalım ve diyelim ki ‘Siz bizim müdafaalarımızı dikkate almıyorsunuz. Kararları şimdiden vermişsiniz. Bunu protesto ediyoruz’ diyelim” diye teklifte bulundum. (...) Bu tekliften sonra, önceleri Adalet Bakanlığı yapan Abdulhalik isimli bir avukat vardı, dedi ki “Genç arkadaşım, sen bizi tevkif mi ettireceksin, tutuklatacak mısın?” Ben de “Biz buraya gelirken onu da göze aldık, siz alamamışsanız bilemem” dedim. Sustular ve dediler ki “Senin dediğini yapamayacağız.” Neticede beni destekleyen kimse çıkmadı…” (http://www.senozderesi.com, 4 Aralık 2009)
Darbelerin milletimize ve memleketimize verdiği zararları saymakla, anlatmakla, yazmakla bitirebilir miyiz? Allah, o çetin günleri bir daha göstermesin inşallah. Amin.