27 Mayıs 1960, milletin helâl reyleriyle iktidara gelen Demokrat Parti’nin, darbe ile devrilmesinin 55’inci yılı. Bu tarih, demokrasi ve hürriyetlerden memnun olmayanların bilinmesi bakımında bir mihenk taşıdır.
Yarım asır devam eden bir ‘tek parti’ devrinden sonra iktidara gelen merhum Adnan Menderes ve arkadaşları, hem maddî hem de manevî sahada önemli icraatlara imza atmışlardır. Milletin rağmına olarak Türkiye’yi idare etmek isteyenler ise, sandıkla ve seçimle hedeflerine ulaşma imkânı olmadığı için darbeye sığınmışlar ve sonu idamla biten maceralara girişmişlerdir.
Sonraki darbelerde olduğu gibi 27 Mayıs’ın bahanesi de çok tanıdık: DP, ülkeyi kardeş kavgasına götürdü!
12 Eylül 1980 darbesinin de bahanesi bu değil miydi? 12 Eylül ihtilâli öncesi ülkede kan aktığı, anarşinin kol gezdiği, sağ ve sol gruplar arasında kavga ve çatışma olduğu doğrudur. Ancak bu kavganın sebeplerini araştırıp bertaraf etmek yerine darbeye bahane edildiği de bir o kadar doğrudur. 12 Eylül darbesinin hemen sonrasında sorulan “12 Eylül’de duran kan, 11 Eylül’de niçin durmadı” ya da “Dönemin komutanları filan yerde tapu müdürü müydü?” sorusunun cevabı verilememiştir. Dolayısıyla anarşinin darbeye bahane edildiği tartışmasız bir gerçektir. Nitekim, dönemin 2. Ordu Komutanı Org. Bedrettin Demirel bunu itiraf etmiştir. Milliyet’te yayınlanan röportajında, “Paşam, 12 Eylül’ün olacağını ne kadar önceden biliyordunuz?” sorusuna şu cevabı vermiş: “Hep konuşuyorduk. 12 Eylül’ün geç yapıldığına inanıyorum. Arkadaşlarımızın çoğu, ‘Tam olgunlaşsın, millet tarafından tamamen tasvip edilsin’ dediler. Bana kalsaydı, en az bir yıl önceden yapardım. Bir yıl çok kan aktı.” (Milliyet, 5 Temmuz 1987)
12 Eylül’de böyle olduğu gibi profesyonel ilk darbe olan 27 Mayıs’ta da çeşitli bahaneler üretilmiştir. Şartları olgunlaştırmak için yalan haberler yapılmış, milletin hizmetinde olması gerekenler kışkırtılmıştır. Neticede 27 Mayıs 1960’ta darbe yapılmış ve milletin siyasî tercihi sıfırla çarpılmıştır.
27 Mayıs’ın haksız ve hukuksuz olduğu, o darbeye imza atanların hayırla yad edilmemesinden de anlaşılır. Aradan bunca yıl geçtiği halde, darbeye maruz kalan ve mağduren idam edilenler duâlarla, rahmetlerle hatırlanırken; “Sizi buraya getiren güç böyle istiyor” diyerek keyfi yargılama yapanları hatırlayan yok. Hatırlansa da hayırla değil, kahırla hatırlanıyorlar.
Her dönemde var olan ve olması da mümkün olan ‘darbeci damar’ın bilhassa 27 Mayıs sonrası yaşananlardan ders ve ibret alması gerekir. Bu kubbede hoş bir sadâ bırakmak ve millet nezdinde hayırla yad edilmek isteyen herkes milletin taleplerini dikkate almak durumunda. Millete rağmen iş yaparak neticeye ulaşmak, eşyanın tabiatına aykırı.
Bilhassa gençlerimizin 27 Mayıs öncesi ve sonrasını bilmesinde sayısız fayda var. Türkiye’nin hangi badireleri aşarak bu noktalara geldiği bilinirse, bugün tartışılan konular daha iyi anlaşılır. Bugün, “Biz varsak siz de varsınız, biz yoksak siz de yoksunuz” şeklindeki yanlış anlayışı seslendirenlerin de, 1950 ile 1960 arasında demokrasi ve hukuk mücadelesi verenlere borçlu olduğu bilinmelidir. “Herşeyi biz yaptık” diye böbürlenenler, lütfen merhum Adnan Menderes ve arkadaşlarının verdiği mücadeyi de görsün. Tabiî, devam edip gelen ‘Demokrat misyon’un diğer haklı mücadelelerini de.
Demokratların verdiği çetin mücadele bilinmeden Türkiye tarihi bilinmiş olmaz...