Barla sıddıklarından olan Hulusi Bey, 1896 yılında Elazığ/Harput’ta dünyaya geldi. 25 Temmuz 1986 yılında Elazığ’da vefat etti. Kabri Harput’taki aile mezarlığındadır.
Babası Mehmet Efendi de subay olan Hulusi Bey, Kuleli Askerî Lisesi’nden sonra Harp Okuluna devam etti. Burada okurken I. Dünya Savaşı çıkınca Çanakkale ve Kafkas Cephelerinde savaşlara katıldı. Çanakkale Cephesinde üç yerinden (yüzünden, kolundan, göğsünden) yaralandı. 1 Ocak 1916’da Çanakkale’den ayrıldı ve Kafkas Cephesine gitti.
Hulusi Bey, I. Dünya Savaşı dolayısıyla yarım kalan eğitimini savaş sonrası tamamlayabildi. 17 Ocak 1928’de Manisa’dan Eğirdir’e tayini çıktı. Yüzbaşı rütbesiyle görev yaparken 14 Nisan 1929’da Bediüzzaman ile tanıştı. Hayatının sonuna kadar ondan ve eserlerinden ayrılmadı.
Bediüzzaman Said Nursî’yi ilk duyduğunda şeyh zanneden Hulusi Bey ona intisap etmek amacıyla birkaç arkadaşıyla beraber ziyaretine gitmişti. Onu götüren Şeyh Mustafa isimli mübarek bir insandı. Ayrıca kafilede Vecelle Hüseyin, Müderris Mustafa, emir eri Mehmet, Demirci ustası da vardı. Barla’ya üçüncü gidişinde Bediüzzaman kolundan tutup odada gezinir gibi yürüdüler. Bu esnada “Kardaşım, ben şeyh değilim, ben imamım, ben imamım; hani İmam-ı Rabbânî, İmam-ı Gazâlî gibi” dedi. 1
Said Nursî’nin “Uzaklığın alâmeti olan mektuplaşmak âdetim değildir, fakat sen yaz” demesi üzerine kendisine mektuplar yazmaya başladı. Bu mektupların çoğu Barla Lâhikası’nda yer almaktadır. İlmi, irfanı, keskin zekâ ve kavrayışıyla Bediüzzaman’a seçkin bir muhatap oldu. Hulusi Beyin Risâle-i Nur’a intisabı Risâle-i Nur’a önemli bir kuvvet teşkil etmiştir.
Bediüzzaman, küçük hizmetleri bile büyük görüyordu. Bunda elbette talebelerini teşvik etmek isteği de vardır. Hulusi Bey’in Eğirdir’den tayini çıkmıştı ve doğuya gidecekti. Üstad’dan ayrılacağı için çok üzülüyordu. Üstad onun çok üzüldüğünü anlamıştı. Bir gün yanına ziyaretine gittiğinde (askerce): “Emrediyorum, merak etmeyeceksin! Üzülmeyeceksin!” dedi. O anda bütün üzüntüsü, gam ve kederi kayboldu.
Hulusi Bey 1944’te albaylığa terfi etti ve 1950’de Denizli Askerlik Şubesi Başkanlığından albay rütbesiyle emekli oldu. Hulusi Bey ilk görüşmenin üzerinden yaklaşık yirmi yıl geçtikten sonra 1950’de Bediüzzaman’ı Emirdağ’da ziyaret etti. Bu görüşmeleri çok hasta olduğu için yirmi dakika kadar sürdü. Bediüzzaman bu görüşmesinde Hulusi Bey’e şunları söyleyecektir:
“Şimdi seni bırakmam, ama karşıdaki kahveden gözetliyorlar. Şimdi git. Sana sorarlarsa ‘Duydum da geldim, ama dedikleri gibi değilmiş’ de” diye tembih etti. Hulusi Bey’in bu konudaki yorumu şöyledir: “Bu şekilde söylemekle, hem yalan söyletmiyor. Hem de, tevazuunu gösteriyor. Bu arada beni de korumuş oluyor.” 2
Hulusi Bey’in Üstadla en son görüşmesi ise 1957 yılında yine Emirdağ’da gerçekleşti. Bediüzzaman, Hulusi Bey hakkında “Nurun eskiden hiç sarsılmayan muhlis bir kahramanı, elbette dünyanın geçici, kıymetsiz, fani vaziyetleri karşısında telâş etmez, mağlûp olmaz İnşâallah” demektedir. 3
Bediüzzaman’ın ifadeleriyle Mektubat’ın çoğu, Lem’alar’ın bazıları ve Sözler’in son kısmı Hulusi Bey’in iştiyak ve gayreti ve çok yerinde pek önemli sorularının cevapları olarak kaydedilmiştir.
Hulusi Bey, Bediüzzaman’a sorduğu sorularla derya gibi bir ilim-irfan sarayının kapılarının açılmasına vesile olmuştu. Nurların bu ilk aziz talebesi için Bediüzzaman bir mektubunda şunları yazıyordu:
“Siz maddî rütbenizden çok yüksek mânevî rütbeniz iktizasıyla ayrı ayrı yerlere gönderiliyorsun. O yerlerin sana ihtiyacı var. Hiç merak etme. Senin Risâletü’n-Nur hakkında mektupların, çok talebe yerinde, senin bedeline hizmet-i Nuriyede çalışıyorlar. Birinciliği daima sana kazandırıyorlar.” 4
Hulusi Bey’in Nur hizmetindeki yeri şöyle belirlenmektedir: “Hulûsi Bey, benim yegâne manevî evlâdım ve medar-ı tesellîm ve hakikî vârisim ve bir dehâ-yı nuranî sahibi olacağı muhtemel olan biraderzadem Abdurrahman’ın vefatından sonra, Hulûsi aynen yerine geçip o merhumdan beklediğim hizmeti, onun gibi ifâya başlamasıyla ve ben onu görmeden epey zaman evvel Sözler’i yazarken, onun aynı vazifesiyle muvazzaf bir şahs-ı mânevî bana muhatap olmuşcasına, ekseriyet-i mutlaka ile temsilâtım onun vazifesine ve mesleğine göre olmuştur. Demek oluyor ki, bu şahsı, Cenâb-ı Hak bana hizmet-i Kur’ân ve imanda bir talebe, bir muin tayin etmiş. Ben de bilmeyerek onunla onu görmeden evvel konuşuyormuşum, ders veriyormuşum.” 5
Ayrıca 27. Mektup olan Lâhikaların meydana gelmesine ve ona başlamasına onun hararetli ve çok halisane mektupları vesile olmuştur. 6
Hulusi Bey’in Nur derslerinin ilk talebesi olmasından sonraki geçen zaman içinde, ordunun mümtaz askerlerinden ve subaylarından birçok bahtiyar kimse Nurlara talebe olmuşlardı.
Üstad hayatının son senelerinde Hulusi Beye, “Kardaşım, sen ilk zamanlarda çekirdektin. Şimdi ağaç oldun” demiştir. Haşir Risâlesi’nin ilk sayfasında ise Üstad Bediüzzaman, ilk talebe ve ilk muhatabına hitaben şöyle diyordu: “Uhrevî kardeşim Hulusi Bey’e hediyemdir.” 7
Hulusi Bey Barla’da bir gece Üstadın yanında kalmıştı. Sabahlara kadar uyumadan ibadet ettiğini, zikir edip tesbih çektiğine şahit olur. Bediüzzaman pek az uyurdu, adeta uyur gibi görünürdü.
Hulusi Bey 1916’da Kafkas Cephesinde harpte iken Kerküklü Şeyh Rıza Talebânî’nin damadının Kadirî tekkesindeki odasında asılı duran şu Farisî kıt’ayı almış ve bunu Bediüzzaman’ı tanıdıktan sonra ona göndermişti: Meâlen: “Ya Resûlallah! Ne olur Ashab-ı Kehf’in köpeği gibi ben de senin ashabının arasında Cennette gireyim. O Cennete gitsin ben Cehenneme, revâ mıdır? O Ashab-ı Kehf’in köpeği, ben senin ashabının köpeğiyim.” Altına da “Beni Nur şakirdleri içinde Ashab-ı Kehf’in kıtmîri gibi kabul buyurun” diye yazmıştı. Bunun üzerine Üstad, gönderdiği cevabında: “İnşâallah sen bu zamanda Ashab-ı Kehf’in birincilerindensin. Biz mektubundan o ibareyi (Kıtmîr) kaldırdık. Sen de kaldır” diye yazmıştı. 8
Hulusi Bey Bediüzzaman Barla’da iken, kendisini iki senede altı defa ziyaret etmiş, Üstad’dan sonra Barla’ya gitmek nasip olmamıştır. Fakat kader 45 yıl sonra tekrar o mübarek beldeye gitmeyi nasip etmişti. 1976 yazında oraları Üstad’sız olarak gezdi.
Son olarak 1957’de Emirdağ’da Üstad’ı ziyaretine gittiğinde odasında bütün Risâle-i Nur Külliyatının masasının üzerinde olduğunu görür. Üstad, Hulusi Beye hitaben: “Kardeşim, ben bu risâleleri saklasam belâ ve musîbet gelir. Onun için ne olursa olsun, daima Risâle-i Nur’u yanımda bulunduruyorum” demiştir.
Yine son görüşmesinde Hulusi Beye hitaben “Kardeşim, her meselede senden bahsedilir. Her meselede senin adın geçer. Bana sorarlar, bu kimdir? Benim o kadar talebem var ki, yalnız adını duymuşum. O da onlardan biridir” diye cevap verdiğini nakleder. 9
Hulusi Bey, 1938’de Dersim (Tunceli) hadisesinde görevlendirilmişti. Ona verilen “İmha!..” idi. Canlı bir şey bırakmadan; genç-ihtiyar, çocuk-kadın ve sâire demeden her şey imha edilecekti. Hulusi Bey kıt’a komutanı olduğu için en zor görevi de ona vermişlerdi. “Sen piyadesin, seni topla takviye etmek gerektir” dediler. Bunun üzerine Hulusi Bey’i müthiş bir üzüntü kapladı. Üstadına durumunu yazıp nasıl sorsun ki? Ama Hz. Üstad, onun bu üzüntüsünü uzaktan hissetmişti. Tam babasıyla vedalaşmıştı ki hizmet erinin koşarak getirdiği mektubu okuyunca hayretler içinde kaldı. Üstad, mektubu Kastamonu’dan Ürgüp Müftüsü olan kardeşi Abdülmecid vasıtasıyla gönderiyordu:
“Hulusi’nin bir gailesi var, diye hissediyorum. Merak etmesin. Risâle-i Nur’un şakirdlerine inayet ve rahmet, nezaret ve himayet ederler. Dünyanın meşakkatleri madem sevap verir, geçerler; o musîbetlere karşı sabır içinde, şükür ile metanetle mukabele edilmek gerekir. Hem o, hem sizler, bütün duâlarımda ve kazançlarımda benimle berabersiniz.” 10
Hulusi Bey görev bölgesine gittiğinde bölge halkı dağlara, mağaralara çekilmişlerdi. Rahmet-i İlâhîye yardımına yetişmişti. Onu elini kana bulaşmadan kurtarmıştı.
Mektubat’taki birçok soruyu Hulusi Bey sormuştur. Üstadla ilk görüşmesinden sonraki mektuplaşmalarıyla Mektubat adlı risâlenin yazılmasına sebep olmuştur. Bazen başkalarının sorduğu soruları o da Üstad’a sorardı.
Hulusi Bey, Eskişehir hapsine çok üzülmüştü. O olayı ikinci bir Şeyh Said olayı gibi göstermek istemişlerdi. Hulusi Bey bir müşkili olduğunda aradan bir kaç gün geçmeden ilk gelen mektupla o müşkülünün halledildiğini belirtir.
Bediüzzaman bir mektubunda Hulusi Beye şunları yazar: “Aziz kardeşim, beni merak etmeyiniz, inâyet-i Rabbaniye devam ediyor. Maişet cihetinde kanaat ve iktisat beni ihtiyaçtan kurtarıyor. Sakın bir şey gönderme. Sen altı yedi nefse bakıyorsun; benim yarım nefsim var. Sen beni değil, ben seni düşünmeliyim. Sabri’nin mektubu ona yetişmemiş. Sen ve Hulûsi, benim her bir amel-i uhrevîmde hissedarsınız. Mâh-ı Ramazan’da kazanç bire bindir. Siz de bana duânızla yardım ediniz.” 11
Hulusi Bey önceleri Muhammed Küfrevî’ye bağlıydı. Bu maneviyât rehberinin halifelerinden Alvarlı Muhammed Efendiyle irtibatları vardı. Hulûsi Bey, bir mektubunda geçmişiyle ilgili şunları anlatır: “Taharrî-i hakikat ile ömür geçirirken, mukadderat bu âsi biçareyi de beş sene evvel Şah-ı Nakşibend Hazretlerinden Muhammed Küfrevî Hazretlerine doğru açılan tarik-i Nakşibendîye idhal eylemişti. Sonra, muvakkat bir küsuf neticesi olarak yol kaybolmuş, zulmet ve dikenler içinde kalınmış iken, nurlu Sözler’inizle zulmetten nura, girdaptan selâmete, felâketten saadete çıktım.” 12
Daha sonraki yıllarda Hulûsi Bey’in, Alvarlı ile mektuplaşmaları ve görüşmesi olmuştur. Alvarlı, Osmanlıca olarak neşredilen divanındaki bir şiirinde, Bediüzzaman Said Nursî’den şu mısralarında bahsetmektedir:
“Kur’ân emriyledir her harekâtı / Ehl-i tevhid olan cana can kurban / Cenâb-ı Allah’tan diler kavmini / Ehl-i tevhid olan cana can kurban / Muhabbetullahtır dilde iradı / Ehl-i tevhid olan cana can kurban / Tevhid eder her dem ezelde Said”
Hulusi Bey’in Risâle-i Nur ve Üstad hakkında şiirler yazdığını da biliyoruz.
Barla sıddıklarından olan Hulusi Bey, 1896 yılında Elazığ/Harput’ta dünyaya geldi. 25 Temmuz 1986 yılında Elazığ’da vefat etti. Kabri Harput’taki aile mezarlığındadır.
Babası Mehmet Efendi de subay olan Hulusi Bey, Kuleli Askerî Lisesi’nden sonra Harp Okuluna devam etti. Burada okurken I. Dünya Savaşı çıkınca Çanakkale ve Kafkas Cephelerinde savaşlara katıldı. Çanakkale Cephesinde üç yerinden (yüzünden, kolundan, göğsünden) yaralandı. 1 Ocak 1916’da Çanakkale’den ayrıldı ve Kafkas Cephesine gitti.
Hulusi Bey, I. Dünya Savaşı dolayısıyla yarım kalan eğitimini savaş sonrası tamamlayabildi. 17 Ocak 1928’de Manisa’dan Eğirdir’e tayini çıktı. Yüzbaşı rütbesiyle görev yaparken 14 Nisan 1929’da Bediüzzaman ile tanıştı. Hayatının sonuna kadar ondan ve eserlerinden ayrılmadı.
Bediüzzaman Said Nursî’yi ilk duyduğunda şeyh zanneden Hulusi Bey ona intisap etmek amacıyla birkaç arkadaşıyla beraber ziyaretine gitmişti. Onu götüren Şeyh Mustafa isimli mübarek bir insandı. Ayrıca kafilede Vecelle Hüseyin, Müderris Mustafa, emir eri Mehmet, Demirci ustası da vardı. Barla’ya üçüncü gidişinde Bediüzzaman kolundan tutup odada gezinir gibi yürüdüler. Bu esnada “Kardaşım, ben şeyh değilim, ben imamım, ben imamım; hani İmam-ı Rabbânî, İmam-ı Gazâlî gibi” dedi. 1
Said Nursî’nin “Uzaklığın alâmeti olan mektuplaşmak âdetim değildir, fakat sen yaz” demesi üzerine kendisine mektuplar yazmaya başladı. Bu mektupların çoğu Barla Lâhikası’nda yer almaktadır. İlmi, irfanı, keskin zekâ ve kavrayışıyla Bediüzzaman’a seçkin bir muhatap oldu. Hulusi Beyin Risâle-i Nur’a intisabı Risâle-i Nur’a önemli bir kuvvet teşkil etmiştir.
Bediüzzaman, küçük hizmetleri bile büyük görüyordu. Bunda elbette talebelerini teşvik etmek isteği de vardır. Hulusi Bey’in Eğirdir’den tayini çıkmıştı ve doğuya gidecekti. Üstad’dan ayrılacağı için çok üzülüyordu. Üstad onun çok üzüldüğünü anlamıştı. Bir gün yanına ziyaretine gittiğinde (askerce): “Emrediyorum, merak etmeyeceksin! Üzülmeyeceksin!” dedi. O anda bütün üzüntüsü, gam ve kederi kayboldu.
Hulusi Bey 1944’te albaylığa terfi etti ve 1950’de Denizli Askerlik Şubesi Başkanlığından albay rütbesiyle emekli oldu. Hulusi Bey ilk görüşmenin üzerinden yaklaşık yirmi yıl geçtikten sonra 1950’de Bediüzzaman’ı Emirdağ’da ziyaret etti. Bu görüşmeleri çok hasta olduğu için yirmi dakika kadar sürdü. Bediüzzaman bu görüşmesinde Hulusi Bey’e şunları söyleyecektir:
“Şimdi seni bırakmam, ama karşıdaki kahveden gözetliyorlar. Şimdi git. Sana sorarlarsa ‘Duydum da geldim, ama dedikleri gibi değilmiş’ de” diye tembih etti. Hulusi Bey’in bu konudaki yorumu şöyledir: “Bu şekilde söylemekle, hem yalan söyletmiyor. Hem de, tevazuunu gösteriyor. Bu arada beni de korumuş oluyor.” 2
Hulusi Bey’in Üstadla en son görüşmesi ise 1957 yılında yine Emirdağ’da gerçekleşti. Bediüzzaman, Hulusi Bey hakkında “Nurun eskiden hiç sarsılmayan muhlis bir kahramanı, elbette dünyanın geçici, kıymetsiz, fani vaziyetleri karşısında telâş etmez, mağlûp olmaz İnşâallah” demektedir. 3
Bediüzzaman’ın ifadeleriyle Mektubat’ın çoğu, Lem’alar’ın bazıları ve Sözler’in son kısmı Hulusi Bey’in iştiyak ve gayreti ve çok yerinde pek önemli sorularının cevapları olarak kaydedilmiştir.
Hulusi Bey, Bediüzzaman’a sorduğu sorularla derya gibi bir ilim-irfan sarayının kapılarının açılmasına vesile olmuştu. Nurların bu ilk aziz talebesi için Bediüzzaman bir mektubunda şunları yazıyordu:
“Siz maddî rütbenizden çok yüksek mânevî rütbeniz iktizasıyla ayrı ayrı yerlere gönderiliyorsun. O yerlerin sana ihtiyacı var. Hiç merak etme. Senin Risâletü’n-Nur hakkında mektupların, çok talebe yerinde, senin bedeline hizmet-i Nuriyede çalışıyorlar. Birinciliği daima sana kazandırıyorlar.” 4
Hulusi Bey’in Nur hizmetindeki yeri şöyle belirlenmektedir: “Hulûsi Bey, benim yegâne manevî evlâdım ve medar-ı tesellîm ve hakikî vârisim ve bir dehâ-yı nuranî sahibi olacağı muhtemel olan biraderzadem Abdurrahman’ın vefatından sonra, Hulûsi aynen yerine geçip o merhumdan beklediğim hizmeti, onun gibi ifâya başlamasıyla ve ben onu görmeden epey zaman evvel Sözler’i yazarken, onun aynı vazifesiyle muvazzaf bir şahs-ı mânevî bana muhatap olmuşcasına, ekseriyet-i mutlaka ile temsilâtım onun vazifesine ve mesleğine göre olmuştur. Demek oluyor ki, bu şahsı, Cenâb-ı Hak bana hizmet-i Kur’ân ve imanda bir talebe, bir muin tayin etmiş. Ben de bilmeyerek onunla onu görmeden evvel konuşuyormuşum, ders veriyormuşum.” 5
Ayrıca 27. Mektup olan Lâhikaların meydana gelmesine ve ona başlamasına onun hararetli ve çok halisane mektupları vesile olmuştur. 6
Hulusi Bey’in Nur derslerinin ilk talebesi olmasından sonraki geçen zaman içinde, ordunun mümtaz askerlerinden ve subaylarından birçok bahtiyar kimse Nurlara talebe olmuşlardı.
Üstad hayatının son senelerinde Hulusi Beye, “Kardaşım, sen ilk zamanlarda çekirdektin. Şimdi ağaç oldun” demiştir. Haşir Risâlesi’nin ilk sayfasında ise Üstad Bediüzzaman, ilk talebe ve ilk muhatabına hitaben şöyle diyordu: “Uhrevî kardeşim Hulusi Bey’e hediyemdir.” 7
Hulusi Bey Barla’da bir gece Üstadın yanında kalmıştı. Sabahlara kadar uyumadan ibadet ettiğini, zikir edip tesbih çektiğine şahit olur. Bediüzzaman pek az uyurdu, adeta uyur gibi görünürdü.
Hulusi Bey 1916’da Kafkas Cephesinde harpte iken Kerküklü Şeyh Rıza Talebânî’nin damadının Kadirî tekkesindeki odasında asılı duran şu Farisî kıt’ayı almış ve bunu Bediüzzaman’ı tanıdıktan sonra ona göndermişti: Meâlen: “Ya Resûlallah! Ne olur Ashab-ı Kehf’in köpeği gibi ben de senin ashabının arasında Cennette gireyim. O Cennete gitsin ben Cehenneme, revâ mıdır? O Ashab-ı Kehf’in köpeği, ben senin ashabının köpeğiyim.” Altına da “Beni Nur şakirdleri içinde Ashab-ı Kehf’in kıtmîri gibi kabul buyurun” diye yazmıştı. Bunun üzerine Üstad, gönderdiği cevabında: “İnşâallah sen bu zamanda Ashab-ı Kehf’in birincilerindensin. Biz mektubundan o ibareyi (Kıtmîr) kaldırdık. Sen de kaldır” diye yazmıştı. 8
Hulusi Bey Bediüzzaman Barla’da iken, kendisini iki senede altı defa ziyaret etmiş, Üstad’dan sonra Barla’ya gitmek nasip olmamıştır. Fakat kader 45 yıl sonra tekrar o mübarek beldeye gitmeyi nasip etmişti. 1976 yazında oraları Üstad’sız olarak gezdi.
Son olarak 1957’de Emirdağ’da Üstad’ı ziyaretine gittiğinde odasında bütün Risâle-i Nur Külliyatının masasının üzerinde olduğunu görür. Üstad, Hulusi Beye hitaben: “Kardeşim, ben bu risâleleri saklasam belâ ve musîbet gelir. Onun için ne olursa olsun, daima Risâle-i Nur’u yanımda bulunduruyorum” demiştir.
Yine son görüşmesinde Hulusi Beye hitaben “Kardeşim, her meselede senden bahsedilir. Her meselede senin adın geçer. Bana sorarlar, bu kimdir? Benim o kadar talebem var ki, yalnız adını duymuşum. O da onlardan biridir” diye cevap verdiğini nakleder. 9
Hulusi Bey, 1938’de Dersim (Tunceli) hadisesinde görevlendirilmişti. Ona verilen “İmha!..” idi. Canlı bir şey bırakmadan; genç-ihtiyar, çocuk-kadın ve sâire demeden her şey imha edilecekti. Hulusi Bey kıt’a komutanı olduğu için en zor görevi de ona vermişlerdi. “Sen piyadesin, seni topla takviye etmek gerektir” dediler. Bunun üzerine Hulusi Bey’i müthiş bir üzüntü kapladı. Üstadına durumunu yazıp nasıl sorsun ki? Ama Hz. Üstad, onun bu üzüntüsünü uzaktan hissetmişti. Tam babasıyla vedalaşmıştı ki hizmet erinin koşarak getirdiği mektubu okuyunca hayretler içinde kaldı. Üstad, mektubu Kastamonu’dan Ürgüp Müftüsü olan kardeşi Abdülmecid vasıtasıyla gönderiyordu:
“Hulusi’nin bir gailesi var, diye hissediyorum. Merak etmesin. Risâle-i Nur’un şakirdlerine inayet ve rahmet, nezaret ve himayet ederler. Dünyanın meşakkatleri madem sevap verir, geçerler; o musîbetlere karşı sabır içinde, şükür ile metanetle mukabele edilmek gerekir. Hem o, hem sizler, bütün duâlarımda ve kazançlarımda benimle berabersiniz.” 10
Hulusi Bey görev bölgesine gittiğinde bölge halkı dağlara, mağaralara çekilmişlerdi. Rahmet-i İlâhîye yardımına yetişmişti. Onu elini kana bulaşmadan kurtarmıştı.
Mektubat’taki birçok soruyu Hulusi Bey sormuştur. Üstadla ilk görüşmesinden sonraki mektuplaşmalarıyla Mektubat adlı risâlenin yazılmasına sebep olmuştur. Bazen başkalarının sorduğu soruları o da Üstad’a sorardı.
Hulusi Bey, Eskişehir hapsine çok üzülmüştü. O olayı ikinci bir Şeyh Said olayı gibi göstermek istemişlerdi. Hulusi Bey bir müşkili olduğunda aradan bir kaç gün geçmeden ilk gelen mektupla o müşkülünün halledildiğini belirtir.
Bediüzzaman bir mektubunda Hulusi Beye şunları yazar: “Aziz kardeşim, beni merak etmeyiniz, inâyet-i Rabbaniye devam ediyor. Maişet cihetinde kanaat ve iktisat beni ihtiyaçtan kurtarıyor. Sakın bir şey gönderme. Sen altı yedi nefse bakıyorsun; benim yarım nefsim var. Sen beni değil, ben seni düşünmeliyim. Sabri’nin mektubu ona yetişmemiş. Sen ve Hulûsi, benim her bir amel-i uhrevîmde hissedarsınız. Mâh-ı Ramazan’da kazanç bire bindir. Siz de bana duânızla yardım ediniz.” 11
Hulusi Bey önceleri Muhammed Küfrevî’ye bağlıydı. Bu maneviyât rehberinin halifelerinden Alvarlı Muhammed Efendiyle irtibatları vardı. Hulûsi Bey, bir mektubunda geçmişiyle ilgili şunları anlatır: “Taharrî-i hakikat ile ömür geçirirken, mukadderat bu âsi biçareyi de beş sene evvel Şah-ı Nakşibend Hazretlerinden Muhammed Küfrevî Hazretlerine doğru açılan tarik-i Nakşibendîye idhal eylemişti. Sonra, muvakkat bir küsuf neticesi olarak yol kaybolmuş, zulmet ve dikenler içinde kalınmış iken, nurlu Sözler’inizle zulmetten nura, girdaptan selâmete, felâketten saadete çıktım.” 12
Daha sonraki yıllarda Hulûsi Bey’in, Alvarlı ile mektuplaşmaları ve görüşmesi olmuştur. Alvarlı, Osmanlıca olarak neşredilen divanındaki bir şiirinde, Bediüzzaman Said Nursî’den şu mısralarında bahsetmektedir:
“Kur’ân emriyledir her harekâtı / Ehl-i tevhid olan cana can kurban / Cenâb-ı Allah’tan diler kavmini / Ehl-i tevhid olan cana can kurban / Muhabbetullahtır dilde iradı / Ehl-i tevhid olan cana can kurban / Tevhid eder her dem ezelde Said”
Hulusi Bey’in Risâle-i Nur ve Üstad hakkında şiirler yazdığını da biliyoruz.
Dipnotlar:
1- A.V. Ünlü, Bediüzzaman’ın ilk Talebelerinden Dinlediklerim, s. 50-51.
2- A.V.Ünlü, aynı eser, s. 52-53.
3- Son Şahitler 1. Cild s. 318.
4- Barla Lâhikası, s. 165.
5- Barla Lâhikası, s. 49-50.
6- Barla Lâhikası, s. 51.
7- Son Şahitler, c. 1, s. 316.
8- Son Şahitler, c. 1, s. 325-326.
9- Son Şahitler, c. 1, s. 327.
10- Kastamonu Lâhikası, s. 10.
11- Barla Lâhikası, 164.
12- Barla Lâhikası, s. 64.