İsrail-Hamas savaşı birçok kurumun, devletin, topluma mal olmuş ve popülaritesi olan insanların, zulüm karşısındaki tutumlarında adeta turnusol kâğıdı olmuş durumda.
Gerçek niyetlerini bir nebzede olsa okuma fırsatımız doğdu, çok önemli bir gelişmeyi de tetikledi. Avrupa’da ve dünyanın birçok yerinde, üniversitelerin, toplumsal kuruluşların, dini kurumların ve insan hakları platformlarının ve halkların, uygulanan soykırım nedeniyle gözlerinin açılması ve kalplerindeki mühürlerinin kırılmasına sebep oldu. Yaratan kalplerdeki mühürleri kaldırdı. Yalnızda kalsalar, meclislerde haykırışları duyduk, sessiz kalmamalarını şahit olduk.
Avustralya meclisinde Aborjinlerin temsilcisi olan bir parlamenterin açıklamasına bakalım. Avustralya'nın Aborjin kökenli Senatörü Lidia Thorpe, Avustralya'yı ziyaret eden İngiltere Kralı 3. Charles'ın parlamentodaki konuşmasına, "Burası senin toprağın değil. Benim kralım değilsin. Bizim kralımız değilsin." diye tepkisi, bazı değerlerin değiştiğini göstermesi açısından önemli.
ABD Kongresinin Filistin asıllı tek temsilcisi Rashida Tlaib’e kulak verelim; Netenyahu'nun konuşma yaptığı oturuma kefiyesiyle katılmayı tercih etmesi, Netanyahu konuşurken elinde "savaş suçlusu" ile "soykırım suçlusu" yazılı dövizleri tutarak tepkisini açıkça göstermesi de önemli bir olaydı. Tlaib, Netanyahu'nun, konuşmasının ardından ayakta alkışlanmasını ise "iğrenç" bir tutum diyerek, ifade etmesi yine değişimin göstergesi idi.
İrlandalı Milletvekili Lynn Boylan: “Hastaları hastane yataklarında diri diri yakmanın AB için kırmızıçizgi olmadığı bir noktaya mı geldik? AB’nin ahlâkî pusulası nerede” şeklindeki parlamenterlere yönelik sorusu, AB parlamentosunda buz gibi bir hava esmesine neden oluyordu. Avrupa Parlamentosu’ndaki oturumda, Lübnan’daki durum ele alınmış birçok milletvekili, Avrupa Birliği’nin İsrail’in Gazze ve Lübnan’da BM Geçici Barış Gücü’ne (UNIFIL) yönelik olanlar ve tüm uluslararası hukuk ihlallerine ve saldırılarına karşı sessiz kalmasını eleştirmesi çok kıymetli bir davranış olmuştu.
Lynn Boylan’ın; “AB, her gün insan haklarını ihlal eden, BM personelini kasıtlı olarak hedef alan, Gazze’nin kuzeyinde artan bir vahşet kampanyası yürüten bir ülkenin en büyük ticaret ortağı olmaya devam ediyor.” şeklindeki eleştirel yaklaşımı değişim için önemliydi.
Alman Milletvekili Tomasz Froelich’in; “İsrail’in Orta Doğu’yu küle çevirme hakkı yok. Bu artık kendini savunma değil, bu yeryüzünde cehennem, bu savaş suçu, İsrail’e silah göndermeyi bırakmak anlamına geliyor. İsrail’e silah göndermek ikiyüzlülüktür, İtalya anladı,
Fransa anladı, Almanya hala anlamadı, Alman halkının %70’i karşı. Lütfen kendi halkınızı dinleyin, Orta Doğu’da iki devletli çözüm ve barış gerekli’’ şeklindeki çıkışı da değişimin göstergesiydi.
İsrail’in politikalarını eleştirdikleri gerekçesiyle tepki toplayan iki Yahudi olan; Rolf Verleger ve Kenneth Roth, Filistin’i savunanların anti-semitist olarak adlandırılmasını anlamsız bulmaları ise, farklı bir sesti.
İspanya başbakanı Sanchez’in; AB Parlamentosu'nda yaptığı konuşmasını ele alalım. Avrupa Birliği'nden İsrail'e karşı ses çıkarmasını ve "yeter" demesini istemesi, ayrıca tutarlı ve ilgili bir jeopolitik aktör olarak dünyanın bize saygı duymasını istiyorsak, vatandaşlarımızın eylemlerimizden gurur duymasını ve Avrupa değerlerinin sadece kelimelerden ibaret olmadığını göstermek istiyorsak, tek ses olmalıyız." Şeklindeki çıkışı da değişimin göstergesiydi.
Hala kalp gözleri açık olan ama azınlıkta kalan, insani değerlere önem veren insanların uluslararası arenalarda ses vermeleri, hakkın ve hukukun tecelli etmesi noktasında çok önemli bir gelişme. Özellikle yönetim kademesindeki devlet idarecilerinin, insani değerler pusulasının kayması sonrası 2,5 milyon insan evsiz kaldı, 45 bin bebek, çocuk, kadın, sivil ise katledildi, yanarak, keyif için vurularak, toprak altında kalarak, ama bir şekilde zalimin zulmü altında ezildiler.
Bu gibi yaklaşımların sayısının artması diliyoruz. Bugünü değil geleceği ışık tutan davranış şeklinin, bırakılabilecek en iyi miras olduğunu da söyleyebiliriz.