Bizzat resmî açıklamalarla 134 bine yakın vatandaşın gözaltına alındığı, 50 bin 400’ünün tutuklandığı, 5 binin üzerine özel vakıf, dernek, okul dershane, sendika, üniversite, medya kuruluşunun kapatılıp mal varlıklarının devlete devredildiği ve bine yakın şirkete kayyum atandığı süreçte, hukuksuz OHAL KHK’larına dair dâvâlarının yargıya açılmayıp komisyona havaleyle adâletin tecellisinin önüne bir bariyer daha konulurken, iktidar cephesinden hâlâ OHAL’le hiçbir haksızlığın ve mağduriyetin olmadığı çarpıcı yanıltmaları Bedüzzaman’ın “Zaman olur zıd, zıddını saklarmış. Lisân-ı siyasette lâfız, mânânın zıddıdır” hakikatini hatırlatıyor. (Sözler, Lemeât, 647)
Siyasi iktidarın en hararetli savunucularından bile “yoğun haksızlıkların ve hukuksuzlukların olduğu” ikrarları gelirken en son Yeni Millî Savunma Bakanı Canikli’nin Başbakan Yardımcısı olarak “Bugüne kadar OHAL uygulamaları neticesinde özgürlük alanı daraltılan, temel hak ve hürriyetleri kullanılması sınırlandırılan, engellenen ve ertelenen hiçbir kişinin bulunmadığı” OHAL savunması, doğruyu yanlış yanlışı doğru gösteren çarpıtmaların boyutunu gösteriyor.
HUKUKTA KIYMETİ OLMAYAN…
Bir yandan “111 bin 240 kişinin ihraç edildiğini” söylerken, diğer “kesinlikle bir mağduriyet olmadığını” ileri süren Bakan’ın “Delillerle ispat edemiyoruz ama bugün kamuda ihraç edilenden daha fazla bu örgüte bağımlı, örgütle irtibatlı kamu çalışanı olduğunu biliyoruz” sözleri ise “darbe girişimi”nde bulunan ve destek veren darbecilerin ötesinde icad edilen delilsiz – ispatsız “irtibat ve iltisak”ın ne denli yüz binlerce mâsum insanı itham edeci vahim yorumunu bir defa daha ele veriyor.
Yine AKP İstanbul Milletvekili Metin Külünk’ün dile getirdiği “Mustafa Kemal’in aramızdan ayrılışı da bir 15 Temmuz’dur, Atatürk, yeniden büyük devlet kurma iddiası olan bir liderdi. M. Kemal’in 1923-1928 sürecindeki başarılarına bakmak gerekiyor. Atatürk’ün ölümü normal, doğal bir ölüm değildir” garabetle sergileniyor.
Oysa MGK kararlarına dayanılarak, MİT raporlarıyla hiçbir yargı kararı olmadan iki satılık KH’ların altında on binlerce ismin yazılmasıyla vatandaşların yargısız, sorgusuz sualsiz yüz binlerin hak kazandıkları ve hayatlarını verdikleri işlerinden ve mesleklerinden edilmelerinin toplumda derin yaralar ve açtığı yine bizzat iktidar çevrelerince belirtiliyor.
Merhamet ve vicdan ölçüleri aşılarak, meş’um “darbe girişimi”yle hiçbir ilgisi ve bilgisi olmadan, sırf muhafazakarlığından ve dindarlığından dolayı, iktidardakilerin binbir övgü ve takdirle, alây-ı vâlâ ile açıp izin verdikleri sözkonusu okullara çocuklarını gönderen, bankada işlem yapan ya da yetkililerin önerdiği sendikaya üye olan vatandaşlar, “gönülden bağlılık” ya da “yakınlık” gibi hukukta hiçbir kıymeti olmayan “karineler”le peşinen “suçlu” ilân edilmesiyle toplum tam bir kin ve nefret anaforuna sürükleniyor.
“CEMAATLERİ HEDEF TAHTASINA YATIRMAK…”
Keza bu süreçte, mağduriyetlerin bir propagandadan ibâret olmadığı halkı kutuplaştırıcı kanayan bir yara haline geldiği, savunma hakkı verilmeyip, delilsiz, iddianamesiz uzun tutukluluklarla adil yargılamanın berhava edilmesiyle güdülen ötekileştirici, düşmanlaştırıcı kin ve nefretin en fazla iktidar partisine zarar verdiği ikaz ediliyor.
Bu konuda Hüdapar yöneticilerinin 28 Şubat artığı bir davadan 6 yıl hapse çarptırılmasının 15 Temmuz’un, 28 Şubat’ın uzantısı olduğunun en önemli göstergelerinden biri olduğunu belirten yazar Yusuf Kaplan’ın, bir Saadet Partisi yöneticisinin ‘bylock’ iftirasıyla tutuklanmasına atıfla “Ak Parti tabanı ile SP tabanının birbirine düşürülmesini amaçlıyor. Bu arada bazı cemaatler de, doğrudan hedef tahtasına yatırılıyor” yakınması dikkat çekici. (Yeni Şafak, 16.7.17)
“Birileri, emniyet ve yargı bürokrasisinde Erdoğan’ın altını oyuyor. Özellikle Kemalist, ulusalcı tipler, meydanı boş bulduklarından mıdır yoksa başka bir güce sahip olduklarından mıdır, nedir, hem cemaatlere operasyon çekiyorlar hem de İslâmî kesimleri Erdoğan’a cephe alacak şekilde mağdur edecek operasyonlara imza atıyorlar” çarpıcı tesbiti sürecin içyüzünü açığa çıkarıyor.
Ki bu tesbitler, “İslâmî kesimleri hedef haline getirmek, temizlemek, birbirine düşürmek ve böylelikle alttan alta Erdoğan’ın altını oymak için tezgahlanan emniyet ve yargı bürokrasisindeki operasyonlara derhal müdahale edilmeli. Yoksa bu gidiş durdurulmazsa bizzat Erdoğan’ın kendisinin de ‘metal yorgunluğu’ uyarısındaki gibi, 2019 tehlikeye girer” uyarısı arka plândaki oyunu ele veriyor.
Ve bu durum, Bediüzzaman’ın “ezdad (tzıtlar), suretlerini mübâdele etmişler” meyânında izâh ettiği “Zulüm, başına adâlet külâhını geçirmiş” hakikatini bir defa daha teyid ediyor. (Sözler, Lemeât, 647)