Bu hafta Meclis’te görüşülecek olan yeni “iç güvenlik yasa tasarısı”nın tamamen 12 Eylül darbe zihniyetiyle hazırlanması beraberinde birçok tartışmayı getiriyor.
Tesbit şu ki, hükûmet sözcüsünün Başbakan’ın tâlimatı olarak bir defa daha sözkonusu olmayacak diye söz verdiği “yeni torba yasa” olmak üzere seçim öncesi hükûmetin Meclis’e dayattığı “iç güvenlik yasası paketi”nde de peşinen AB demokrasi ve özgürlüklerinden geriye gidiliyor.
Bu haliyle, Türkiye’nin başta yolsuzlukların örtbas edilmesi ve son dönemde “faiz lobisi” yerine bu kez Merkez Bankası’nın günâh keçisi seçildiği ekonomideki kırılmalara karşı ön almaya yönelik olduğu anlaşılıyor.
Zira “paket”te bütün “demokratikleşme” ve “yeni Türkiye” iddialarının aksine, “millî güvenliği ve kamu düzenini korumak” paravanında yargının uhdesindeki adlî yetkiler de mülkî amirlerle veriliyor.
Pakette, vali ve kaymakamlara, hâkim ve savcılara ait olan adli yetkiler de verilmesi, “kamu düzenini, güvenliğini sağlamak ve toplumsal olayları önlemek” paravanında vali tarafından alınan tebliğ olunan karar ve tedbirlere aykırı davrananların, üç aydan bir yıla kadar hapisle cezalandırılması, peşinen “yasa”yı “sıkıyönetim yasası” haline getiriyor…
YARGI YETKİSİ MÜLKÎ İDÂRÎ ÂMİRE!
Buna göre, “hâkim izni” olmadan ve hatta mülki idâre âmirinin dahi izni gerekmeden polis arama yapabilecek. Son dönemde çokça tartışılan “mâkul şüphe” kriteri ve herhangi bir “suç şüphesi” olmadan polis istediği kişileri arayabilecek. Valilik yetkisine verilen yetkinin kolluk amirine devredilmesiyle, adli kolluk amirinin “gerekli gördüğünde ivedilikle” sözlü emri”yle yapılacak aramalar süre sınırlaması olmadan görevli hâkimin onayına sunulacak.
Keza polisin, istihbarat amaçlı dinleme yaparken, dinleme kararını 24 saat içinde yetkili ve görevli hâkimin onayına sunması ve hakimin de 24 saat içinde karar verme zorunluluğu, 48 saate çıkarılıyor.
Kısacası, mevcut durumda sadece acele hallerde valiye verilen yetki, durumun ‘acele’ olması hâli dahi aranmadan ve “hâkim izni” tamamen ortadan kaldırılarak sözlü emirle arama yapılmasına imkân tanınıyor. Demokratik hak ve özgürlüklerin hukukî teminatını bütünüyle ortadan kaldırıyor. Yazılı “hâkim kararı”, mülkî âmirin “sözlü emri”ne bırakılıyor.
Yine hâkimin kararıyla verilen gözaltı kararı yetkisi, idârî ve kolluk âmirlerin “sözlü emirleri”ne veriliyor. Polis mahkeme kararı olmadan 48 saate kadar kişileri gözaltına alabilecek.
Bu yetkilerle, tıpkı 12 Eylül askerî yönetimi döneminde olduğu gibi polisler artık mahkeme kararı olmaksızın ve hatta mülkî âmirin iznine dahi ihtiyaç duyulmadan yol kesip üst ve araç araması yapabilecek. Bunun için mülkî amirin iznine ihtiyaç duyulmayacak.
Böylece polis, istediği kişileri bir suç şüphesi olmasa bile arayabilecek. Polis, şüphelendiği kişileri, sözde ‘gizli gözaltı’ tabir edilen şekliyle eyleme gitmesini ya da demokratik gösterisini engelleyebilecek. Veya devlet yetkilisinin bir şehre gelişinde olay çıkarmasını önlemek için ‘koruma altına’ alabilecek.
Özetle, özgürlüklerin kısıtlanması mülkî-idarî ve polis âmirlerinin emir ve tâlimatlarına olacak. Türkiye’nin toptan demokrasi ve özgürlüklerin olmadığı olağanüstü halle yönetilen bir ülke durumuna düşürülecek.
Sıkıyönetimi aratmayan maddelerle, ülkeyi polis devletine ve dikta yönetimine götürecek, “güvenlik” perdesi altında otoriterleşmeyi “yasallaştracak” paketin bu vaziyetiyle başta Anayanın hak ve özgürlükleri belirleyen maddeleri olmak üzere birçok esasına aykırı olduğu belirtiliyor…
MUALLEL “PAKET” NEDEN?
“Paket”in demokrasi ve özgürlükler açısından muallel maddeleri bunlarla bitmiyor. Vali ve kaymakamlara, hâkim ve savcılara ait olan adli yetkilerin verilmesiyle kalınmıyor. Demokrasilerde benzerine rastlanmayan çift başlı yargıyı daha da katmerleştiriyor. Askeri yargıyı yeniden düzenleniyor.
Ayrıca jandarmaya siyaset sokulacağını ve emniyette tasfiye yapılacağını’ dile getiriyor. Polis akademisi lağvediliyor. Polis okulları kaldırılıyor. İçişleri Bakanı’na, emniyet mensuplarını emekliye sevk ederek emniyette bir tasfiye yapmasına ortam hazırlanıyor…
Peki tam da seçime giderken AKP siyasî iktidarı neden temel hak ve özgürlüklerde geriye gidiliyor? Hükûmetin hem de bir yandan “çözüm süreci”nde ilerleme sağlandığından dem vurduğu, “yeni Türkiye” iddialarını sıraladığı süreçte, içte ve dışta onca eleştirileri çeken hak ve özgürlükleri kısıtlayan “paket”i Meclis’e dayatmasının nedeni nedir?