Suruç saldırısı sonrası IŞİD’e karşı Suriye’nin kuzeyinde başlatılan tartışmalı operasyonlar, tırmandırılan terör eylemlerine karşı Kuzey Irak’ta ne işe yaradığı bilinmeyen bombalama sürerken, Ankara’nın ufuksuz politikalarının akıbeti bir defa daha açığa çıkıyor.
Hatırlanacağı üzere, 32 kişinin katledildiği Suruç katliamından sonra Başbakan “vahşice, sâdece lânet etmekle kalmayıp sorumluların bulunup cezâlandırılması irâdesine sahip olduğumuz bir terör olayıyla karşı karşıyayız” diye konuşmuş; bütün dünyaya ortak mücadele çağrısını yapıp, akabinde toplanan güvenlik zirvesinde “IŞİD’e yönelik iki aşamalı mücadele stratejisi”ni açıklamıştı.
O denli ki medyada IŞİD’in Türkiye’deki terör ağına yönelik operasyonların öncelik haline geldiği, örgütün Türkiye içindeki mali-lojistik ağının çökertileceği, örgüt militanlarını Suriye ve Irak’a geçiren irtibat elemanlarının, yurtdışı kadrolarla temaslı isimlerin, finans kaynaklarının tesbit edileceği ve ivedilikle dev operasyonların geleceği deklare edilmişti.
Ne var ki, hemen ardından “Kuzey Suriye’deki gelişmeler ve oradaki yapılanmalar Türkiye’nin bu noktada çok farklı bir adım atmasını gerekli kılıyordu” diye örtülü bir biçimde yakınan Cumhurbaşkanı, saldırıyı “eğit-donat” ve güvenli/uçuşa yasak bölge”deki haklılığına “delil” olarak gösterip, “bu açık tehdid”i de süregelen “Suriye politikaları”na “gerekçe” göstermeye kalkıştı…
SURİYE’YE MÜDAHALEYE “GEREKÇE”
Bütün bunların peşinden İncirlik Üssü “savaş koalisyonu”na açıldı. Körfez’deki savaş koalisyonu silâhlı güçlerin merkezinin Türkiye’ye kaydırılmasının, “Suriye’deki hedefleri” vurmak için 30 Amerikan F-15, F-16 uçağının İngiltere ve Almanya’daki üslerden İncirlik’e konuşlanmaya başlamasının söz konusu “İncirlik mutâbakatı”nın sonucu olduğu bildirildi.
Ancak Türkiye’nin Özgür Suriye Ordusu ile Suriye topraklarında “güvenli/tampon bölge” kurulması emr-i vakisiyle Cerablus bölgesine girmesi, “IŞİD’le mücadele” gerekçesiyle bu ülkeye askerî müdahaleyle savaş ortamına sürüklenmesi, bizi Ortadoğu’daki mezhebî ve etnik savaş fitne ve felâketinin bir parçası haline getiriyor, “cephe ülkesi” vartasına çekiyor.
Ve bu siyasî karmaşada ABD’nin Suriye’de IŞİD karşıtı güçlerden terör örgütü PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG’ye dokunulmaması için Türkiye ile anlaştığı garabeti sergileniyor.
Özetle, PKK’nın Kuzey Irak’taki kamplarına yüzlerce sorti ile operasyonlar sürüp dağ-taş bombalanırken, İncirlik’ten kalkan Amerikan savaş uçaklarının, Türkiye’nin “terörist” saydığı PKK’nın askerî kolu YPG’yle koordinasyonlu saldırılar yapması, hatta Amerikalı askerî yetkililerin ikrarıyla YPG unsurlarına hava desteği verilmesi gibi yaman bir çelişkiye giriliyor.
Amerikan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mark Toner’in Türkiye ile varılan “mutabakatı” açıklarken, “Onlar (YPG) yabancı terör örgütü. Ateş açılmaması veya tâciz edilmemesi noktasında Türk hükümetine gayet açık olduk, onlar da buna katıldı” sözleri bunun ifâdesi…
BOMBALAMAYLA TERÖRLE MÜCADELE!
Böylece, Batılı mihrakların mâmulü mevzubahis örgütlere operasyonlar üzerinden Türkiye, küresel güçlerin bölge üzerindeki hegemonyası hesaplarına bir kez daha “âlet” ediliyor. Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de işgal ve talan için “taşeron” olarak kullanılması plânlanıyor. Yüzlerce ecnebi istihbarat servisinin cirit attığı, onlarca silâhlı grubun çatıştığı, batacağı ve çıkamayacağı iç savaş bataklığına itiliyor.
Sonuçta, Türkiye, “terörle mücadele”de yanlış politikaların ceremesini çekiyor. Ankara, “terörle mücadele” paravanında askerî müdahale ve “tampon bölge” mâceralarıyla Türkiye’yi felâkete sürüklememeli. Öncelikle Müslüman komşususun toprak bütünlüğüne saygı esasına dayalı, Şam yönetiminin ve bütün tarafların katıldığı barış, ateşkes ve çatışmasızlık sürecini başlatmalı.
Hedef saptırılmamalı, hâdiselerden doğru dersler çıkarmalı. Zira neticesiz hava operasyonlarıyla, bombalamalarla terörle mücadele edilemeyeceği Kandil tecrübeleriyle ortada…