Musul operasyonu”nun Irak’ın yanı sıra Suriye’nin de bölünmesini hedeflediği tartışılırken, Türkiye’nin Fırat Kalkanı harekâtının akıbetine dair endişeler devam ediyor.
Bilindiği gibi, Amerikan Dışişleri Bakanı Kerry, “B plânı”yla, iç savaş sonrası Suriye’nin bir bütün olarak kalmayıp, en az dörde bölünebileceği”nin sinyallerini çakmıştı. (Reuters, 24.2.16)
En son Kremlin sözcüsü Peskov’un, “Suriye’nin silâhlı tedhiş örgütlerin tasallutundan kurtulamaması durumunda parçalanacağı ve bunun bütün bölge için felâket olacağı” uyarısı bunun ifâdesi.
Altı yıldır 600 bin sivilin katledildiği, on milyona yakın insanın göçe zorlanıp perişan edildiği iç savaş kargaşasındaki Suriye’de, Ankara’nın kısır politikalarının ülkedeki kargaşayı arttırdığı bir gerçek.
Bu yüzden, Ankara’da Fırat Kalkanı’nın başarılarından dem vurulurken, Suriye’ye müdahale ile bir yandan IŞİD ülkenin güneyine sürülüp “İsrail’in doğusu”nun tahkim edildiği; diğer taraftan Kuzey Suriye’de yine İsrail’in bölgedeki egemenliği ve güvenliği hesâbına “Rojova/Batı Kürdistan koridoru” oluşumunun kolaylaştırıldığı tesbitleri doğru çıkıyor.
SÜNNÎ- ŞİÎ ÇATIŞMASI İKRARI
Düşülen vartada, emperyal güçlerin bölge üzerindeki hesapları adına, Türkiye’nin Arap ve İslâm dünyası ile irtibatını da engellemek için PYD-YPG’yi fiilen devlet kuracak bir güç haline getirmeyi planladıkları belirtiliyor.
Doğrusu, Cumhurbaşkanının, “Bundan sonra Türkiye sahada göze göz, dişe diş mücadele verecek. Tabii DEAŞ orada çok ciddi bir direnç gösterdi, ama Dabık’tan El-Bab’a ve Münbiç’e doğru gidilecek; bu arada PYD/YPG’ye karşı da mücadele nerede karşımıza çıkarsa” demesi; keza Dışişleri Bakanı’nın, operasyonun El Bab’a ulaşana kadar süreceğini ve hatta yerel göçlerle IŞİD’in merkezi Rakka’ya kadar girilebileceğini açıklaması, problemin büyüklüğünü ele veriyor.
Zira ısrarla “hedef” olarak belirlenen El Bab ile Rakka’nın merkezi tamamen IŞİD’in kontrolünde iken, Münbiç, “Suriye Demokratik Güçler Birliği” adı altında PYD/YPG kuşatmasında.
Gerçek şu ki, üç taraftan kuşatılan Musul’un batısında “kaçış kapısı” bırakılmasıyla, IŞİD’in Suriye’ye geçişi sağlanarak örgütün bölünmüş Suriye’nin güneyine sevk edilip kanton kurmasının önü açılıyor.
Aslında Dışişleri Bakanı’nın, “Bazı ülkelerin de grupların da tahrikiyle, desteğiyle intikam içinde olan Şiî milis örgütleri Sünnilerin ağırlıkla yaşadığı bölgelere saldırmak istiyor” ihbarıyla, Cumhurbaşkanı’nın “Sincar Kandil olma yolunda. Telâfer’de Türkmen kardeşlerimiz ikiye bölünmüş” yakınması, “Musul operasyonu”nun Suriye’ye de sıçrayacak ve bütün bölgeyi kapsayacak vahim mezhep ve etnik çatışması maksadını açığa çıkarıyor.
Bakan’ın, “DEAŞ ile mücadele edilmeli ama DEAŞ sonrasını iyi plânlayarak, yerel güçlerle bu mücadele yapılmalı. Musul ve Telafer’deki etnik ve mezhep dengeleri çok iyi dikkate alınmalı” cümlesiyle “Türkiye’ye yönelik tehdid”i nazara vermesi, IŞİD’in bölgeden tasfiyesiyle Türkiye’ye ve bölgeye yönelik tehdidin bitmediğinin ikrarı oluyor.
IŞİD VE PYD’YE DEVLETÇİKLER
Kısacası, Suriye’de ne PYD/YPG, ne de IŞİD bitiriliyor; tam tersine alan kazanıp daha da güçlenmelerine, “uydu devletçikleri”ni kurmalarına ortam oluşturulduğu resmen itiraf ediliyor.
Bu açıdan Rusya Dış İstihbarat Servisi eski Başkanı General Vyaçeslav Trubnikov’un, “Suriye dağılırsa Kürdistan kurulur” ihbarı kayda değer.
Özetle, küresel emperyal mihrakların ve ifsad şebekelerinin tahrikiyle terör ve iç savaşla çökertilen Suriye, mezhebi – etnik parçalara taksimle parçalanmaya teşne hale getiriliyor. Bediüzzaman’ın ikazıyla “Ecnebilerin parmak karıştırmasına zemin hazırlanıyor.”
Neticede, İsrail Millî Güvenlik Kurulu’nun raporuyla, “Nil’den Fırat’a ‘arz-ı mev’ud’da (vaad edilmiş topraklarda) ‘büyük İsrail” hesabına “Ortadoğu’yu parçalama plânı”nın uygulamaya konulduğu görülüyor.
Türkiye, “terörle mücadele” adı altında fitne bataklığına çekilme tuzağına karşı müteyakkız olmalı. Fitnenin önünü almak için, 911 kilometre sınıra sahip, derin inanç, tarihî ve kültürel bağları bulunan Müslüman komşusunun toprak bütünlüğüne çalışmalı.