Yeni eğitim öğretim yılının 17 milyonu aşkın öğrenci ve bir milyona yakın öğretmenle başlamasıyla yaz tatiliyle âdeta tatile giren eğitim problemleri yeniden gündeme geliyor.
On beş yıllık AKP iktidarında her yeni bakanla –sanki bir başka partinin hükümeti gibi- eğitim sisteminin on üç – on dört kez değişmesi; sınav sisteminin ve müfredata eğitim politikası mütemadiyen değiştirilmesi; Millî Eğitim eski Bakanı’nın ifâdesiyle “eğitim sisteminin yaz boza dönmesi” eğitimi tam bir karmaşaya dönüştürmüş.
Bundandır ki, öncelikle AB İlerleme Raporu’nda da dikkat çekildiği gibi Türkiye BM’nin “temel insanî kalkınma göstergeleri”ne göre, “insanî gelişim endeksi”nde ve yine BM Kalkınma Programı’nın (UNDP), “eğitim”, “bilgiye erişim” benzeri kriterlerin esas alındığı “insanî gelişmişlik endeksi”nde, Türkiye 177 ülke arasında 84’ncü sıraya gerilemiş. (Bianet, 13.11.16)
Keza her üç yılda bir yapılan ve en son 5 Aralık 2016’da Avrupa Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilâtı’nın (OECD) Uluslararası Öğrenci Performansı Değerlendirme (PISA) 2015 Eğitim Raporu’nda eğitimde sonda kaldığı tesbit edilmiş. 72 ülke ve ekonomik bölgedeki uluslar arası eğitim değerlendirme testinde Türkiye’nin eğitim performansında son on üç yıl gerisine düştüğünü ortaya konulmuş. Buna göre, Türkiye matematikte 50., fen bilimlerinde 52. ve kendi dilinde okuma yeteneğinde 50. sırada yer almakla yine sınıfta kalmış.
Kısacası, son yıllardaki bütün raporlarda, Türkiye Meksika’nın ardından son sırada yer alan OECD’ye yeni üye olan Şili’nin az önünde üçüncü sırada en kötü performansı sergilemişti. Matematikte, Çin, Singapur, Taipei, Liechtenstein’ın gerisinde kalırken; okuma-anlamada, Hong Kong, Polonya, Estonya, Yeni Zelanda’dan sonra gelmesi ve fen bilimlerinde, Şanghay, Singapur ve Vietnam’ın arkasına düşmüş...
“EĞİTİM SİSTEMİ” KEVGİRE DÖNMÜŞ
Her ne kadar Millî Eğitim Bakanı, Türkiye’nin OECD ülkelerinin yakaladığı başarıya ulaşamamasını, “Türkiye’de eğitim çok iyi durumda, geçmişten çok daha iyiyiz” diye PISA sonuçlarını kabul etmezse de, bütün göstergeler Türkiye’nin eğitimdeki başarısızlığını su yüzüne çıkarıyor. Eğitimin ciddî yapısal sorunları olduğu ve vahametini açığa çıkarıyor.
Aslında eğitim sisteminin çöküşünü önceki Millî Eğitim Bakanı’nın, “Bugünkü eğitim modeli, okul binalarının özelliklerinden sınıfta oturma düzenlerine kadar 19. yüzyılda şekillenmiş bir anlayışın ürünü. Eğitim modelinin aynı anlayışla bugün de yoluna devam etmesi artık çok zor. Zamanın ruhuna göre güncellenmesi ve formatlanması gerekiyor” şikâyeti, Türkiye’nin eğitimde kırıklarla dolu karnesinin itirafı olmuştu. (Gazeteler, 6.12.2015)
Eğitimde gerileme, özellikle sistemin bozukluğu, eksikliği ve müfredatın sık sık değişmesiyle dibe vuruyor. Eğitimci uzmanların bütün uyarılarına rağmen, dönemin Bakanının dahi haberinin olmadan, başta Millî Eğitim Şûrâsı olmak üzere bakanlığın hiçbir kademesine ve istişare zemininde tartışılmadan dönemin Başbakanı’nın tâlimatıyla kamuoyunda yeterince tartışılmayıp gece yarısı apar topar Meclis’ten geçirilen “4+4+4”te olduğu gibi oldu-bittiyle garâbetlerle “eğitim sistemi” daha da altüst edilip kevgire dönmüş durumda.
Bundandır ki, belirsizlikten yakınan eğitimciler, öğretmenler ve veliler kafa karışıklığı içinde. Zira karman çorman olan, laçkalaşan ve sürekli değiştirilip revize edilen “eğitim sistemi”ndeki her “yineleme” ve “değişim” söylemlerinin ardından müfredatta eğitim ve öğretimi felç eden “resmî ideoloji” dayatmasıyla her “yeni sistem”de sınav sayısı ve karmaşası daha da artıyor.
POPÜLER SÖYLEMLERLE MANİPÜLE…
Kısacası, Türkiye’nin önündeki devasa millî eğitim meselesi, dezenformasyonlarla, siyasî spekülasyonlarla savsaklanırken, büyük şehirlerde bile 40’tan fazla öğrencinin doldurulduğu “kalabalık sınıflar” sıkıntısından öğretmen eksikliğine, müstahdem ihtiyacından arızalı taşımalı eğitimden okul servisleri skandallarına, pansiyon ve burs hizmetlerinden bütçe yetersizliğine kadar müzmin sorunlar ve fizikî problemler aşılmış değil. “Okulların yetersiz ve verimsiz olduğu” bizzat Millî Eğitim bakanlarınca ikrar ediliyor.
Ve ne yazık ki siyasî iktidar, Türkiye’de eğitimin kronikleşmiş temel problemlerine köklü çâre ve çözümler getirmek yerine, günübirlik, çoğu kez kamuoyunun gazını alan popüler söylemlerle ve makyaj değişikliklerle kalıyor.
En son “müfredatta Atatürkçülük” ve “TEOG çıkışı”nda olduğu gibi, çoğu kez siyasî iktidarca sırf oy hesabına tetiklenip hiçbir sonuçsuz palyatif tartışmalarla manipüle ediliyor…