Esasen, sekiz şehidin verildiği Şemdinli’deki birlikleri ziyaret eden Genelkurmay Başkanı’nın “En son terörist bitene kadar terörle mücadele edilecek!” demesi ve her fırsatta “bir şehide karşı en az on teröristin etkisiz hale getirildiğini” söyleyen Cumhurbaşkanı’nın, “Bizim bir şehidimizin kanı yüzlerce teröristin kanıyla ölçülemez” sözleri terörle mücadelenin mahiyetini gündeme getiriyor.
Önce PKK terörüne karşı, demokratik ortamın berhava edilip siyaset ve Meclis yerine terör örgütünün muhatap alınarak demokratik zeminden kayıldı. Sonra “Kürt sorunu”nu istismarla terör ve çatışma alanına çekilmesi vartasına düşüldü. Ardından her defasında “imhâ edildi” denilen terör örgütünün, resmî raporlardan da anlaşılacağı gibi, yeniden palazlanıp terör olaylarına devam etmesi, konuyla ilgili geliştirilen politikaların başarısızlığını tescil ediyor.
Çözüm sürecinin rafa kaldırılmasıyla, Emniyetin onlarca yerleşim biriminde binlerce çukur, barikatla, 80 bin uzun namlulu ve ağır silâhla 200 ton patlayıcı tesbiti bunun teyidi.
Gerçek şu ki, en son Eylül 2014’te Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı’nın “çöktürme plânı”yla “gizli’ savaş simülasyonu/eylem plânı”nın, her defasında “bitti” denilen terörün yeniden azması, “güvenlik konusu” olarak ele alınması; en vahimi siyasî iktidarın, hep İmralı’yı nazara verip, terör tehdidini koz ve şantaj unsuru olarak kullanan PKK’yı “Kürtlerin temsilcisi”, Öcalan’ı “Kürtleri lideri” ve Kandil’i/terör örgütünü “çözümün kilidi” görüp, “sürec”in salt istihbarat servisi elemanlarıyla terör örgütü elebaşları ve aktörler üzerinden yürütmeye yeltenmesi, “çözüm süreci”ni başarısızlığa uğratan acı akıbetin temel sebeplerinin başında geliyor.
“EMNİYETİN VE ÂSÂYİŞİN TEMEL TAŞI”NA RİÂYET
Keza Cumhurbaşkanı’nın, 2013’ten beri PKK’nın “çekiliyoruz’ derken Güneydoğu’da “şehir savaşına hazırlık’ için kentler silâh deposuna çevirdi” ve “Türkiye’de yıkıcı yıpratıcı saldırılarını arttırmak ve savaş için ciddî yığınak yaptılar, dağa kaçırılmış binlerce çocuk var, ‘çözüm süreci’ne ihânet ederek, çok ciddî silâh stokladılar” ifâdesi bu vakıanın açık ikrarıydı. (Sabah, 25.8.15; AA, 6 .9.15)
Aslında, devletin meseleye salt “güvenlik sorunu” olarak jakoben baskıcı yöntemleri dayattığı tek parti döneminde başta “Şeyh Said hadisesi” ve “Dersim isyanı tevehhümü” olmak üzere Doğu-Güneydoğu’da on yedi isyan olurken, 1950’den sonra Demokrat Parti iktidarıyla gelen demokrasi ve kalkınma döneminde bölge halkının şefkatle kucaklanmasıyla tek bir kalkışma olmaması, demokrasi endeksli barış ve kalkınma bakışı ve hamlesinin farkını ortaya koyuyor.
Bu açıdan, terörle mücadelede, geniş istihbarat değerlendirmeleriyle, eğitilmiş asâyiş güçlerinin teröristle halkı ayıran dikkatli nokta operasyonların yanı sıra, hukuk zemininde terörün beslendiği kaynakların kurutulup teröre zemin hazırlayan ortam ıslâhının gerekiyor.
Bunun içindir ki, Başvekil Menderes’e yazdığı mektupta, “Hiçbir günahkâr başkasının günâhını yüklenmez” (En’am Suresi:164) âyetine dikkat çeken Bediüzzaman’ın, “Halbuki şimdiki siyaset-i hâzırada bir tek cinâyet yüz cinâyete çevrildiğinden, gayet dehşetli bir kin ve adâveti damarlara dokundurup, kin ve garaza ve mukabele-i bilmisile mecbur ediliyor. Bu ise, hayat-ı içtimâiyeyi tamamen zîr ü zeber (darmadağın) eden bir zehirdir ve hâriçteki düşmanların parmak karıştırmalarına tam bir zemin hazırlamaktır” tembihiyle “mâsumları himâye için, cânilerin cinâyetlerini kendilerine münhasır bırakmalı” çağrısı, “emniyetin ve âsâyişin temel taşı”na riâyet edilmesi fevkâlde ehemmiyetli. (Emirdağ Lâhikası, 534-5)
TERÖRÜ DAHA DEHŞETLİ AZDIRIYOR!
Yine bu âyetin mânâsıyla, terör operasyonlarında, bir hânede veya bir gemide bir mâsum ile on câni bulunsa, hakîki adâletle ve emniyet ve âsâyiş düstur-u esâsîsi ile o mâsumu kurtarıp tehlikeye atmamak için, o gemiye ve hâneye ilişmemek lâzım; tâ ki, mâsum çıkıncaya kadar” Kur’ânî düsturuna riâyet edilmemesi halinde, “on câni yüzünden doksan mâsumu tehlikeye atmak, gazab-ı İlâhînin celbine vesîle olup”, tahriklerle, bahanelerle terörün daha dehşetli azdırılmasına fırsat verildiği ikazı oldukça önemli.
Bunun içindir ki, bundan 97 yıl önce 17 Mart 1920’de Sebilürreşad’da yazdığı “Kürtler ve İslâmiyet” makalesindeki, emperyal güçlerin Osmanlıyı parçalayıp taksim etme plânıyla dayattıkları dönemde ecnebi güdümlü mihraklara karşı yine Bediüzzaman’ın, “Kürtlerin vekili ve Kürtlük nâmına söz söyleyecek, ancak Meclis-i Meb’usân-ı Osmaniyedeki (Osmanlı Meclisi’ndeki) mebuslar olabilir” beyânı çâre ve çözümün esasını oluşturuyor. (Eski Said Dönemi Eserleri, 107-110)
Terörle elbette silâhlı mücadele yapılır. Ancak asıl merci millet irâdesinin temsilcisi Meclis’tir. Zira Bediüzzaman’ın tesbitiyle, “Kürtlerin serbesti-i inkişâfının (maddî ve mânevî kalkınmanın yollarının açılmasıyla demokrasi ve özgürlüklerin geliştirilmesinin) gerçek “yol haritası” budur.
Başka da olmadığı, bir türlü terör örgütüne silâh bıraktırılamayıp tasfiye edilmeyen, sonu gelmeyen müthiş savrulmalara, her defasında hortlayan terörle ortada.