Tutuklamaların 50 bine dayandığı, ihraçların 100 bini aştığı adaletsizliklere karşı kamuoyundan gelen “OHAL’ın artık sonra erdirilmesi” çağrılarına rağmen, haksız ve hukuksuz uygulamalar devam ediyor.
Toplumda tam bir kamplaşma ve kutuplaşma ile yarılma sinyallerinin verildiği kırılgan ortamda, iş dünyasının, ekonomiden sorumlu bakanların ve hatta Başbakan’ın bile “OHAL’in kaldırılması gerektiği” çağrı ve sözlerine rağmen, OHAL KHK’larıyla yargısız infazlar peşpeşe dayatılıyor.
Bu açıdan, referandumdan sonra “partili cumhurbaşkanı” olarak 998 gün sonra partisinin Genel Başkanlığına yeniden getirilen Cumhurbaşkanı’nın, “Mazlumun, mağdurun hakkını korumak görevimizdir” dedikten sonra, on binlerin sorgusuz – sualsiz yargısız aylardır tutuklu kalmasına ve işlerinden uzaklaştırılıp ihracına dair eleştirileri “mazlum kılığına girmiş zâlimlerin oyunu” olarak yorumlayıp, iktidar mahfillerinden de gelen “OHAL’in kaldırılması” taleplerine aşırı tepkisi ilginç.
Görünen o ki, ülkeyi Cumhurbaşkanlığı kararnâmeleriyle yönetme yolunun açılmasıyla Cumhurbaşkanı hiçbir bir yargı denetimine tabi olmayan OHAL’i belki de 2019 seçimlerine kadar sürdürmek niyetinde…
Nitekim “Siz bize hangi yüzle OHAL’in kaldırılmasını soruyorsunuz. Kalkmayacak. Ne zamana kadar? Huzura, refaha kavuştuğumuz ana kadar” çıkışıyla talepleri peşinen reddediyor.
KHK’LAR BASKI VE TASFİYE ARACI…
Daha da çarpıcısı, asılsız ve imzasız jurnallerle, çoğu insan haklarına, vatandaşlık hukukuna, Anayasaya ve kanunlara aykırı olarak bizzat devlet gücünün istimaliyle, dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde benzerine rastlanmayan topyekûn cezalândırmaların kaynağının bilinmemesi.
O denli ki, bizzat Başbakan’ın “Bazı yerlerde savcıların imzasız ihbarlarla işlem yaptığı ve ihraçların MİT raporlarıyla yapıldığı” ikrarıyla, hukuk resmen çiğneniyor.
Keza YÖK’ün KHK’larla ihraç edilecek akademisyenlerin üniversitelerde oluşturulan komisyonlarca belirlendiğini itirafı; birçok üniversitede rektörlerin sırf kendilerine oy vermediği için hiçbir ilgisi olmayan öğretim üyelerini “FETÖ’cü” isnadıyla ihbarı, başarılı kamu görevlilerinin ve akademisyenlerin politik itham ve iftiralarla ne denli hoyratça harcanıp işlerinden edildiğini ve mağduriyetlere uğratıldığını ortaya koyuyor.
Bu açıdan OHAL yetkileriyle muhâliflerin cezâlandırıldığını ve KHK’ların amacından taşıp saptırıldığını belirten Emniyet İstihbarat Dairesi eski Başkanı Hanefi Avcı’nın, “Birçok büyük hata var. Hiç ifâde almadan, soruşturma yapmadan, nereden geldiği belli olmayan belirsiz bilgilerle insanlar ihrâç ediliyor” yakınması kayda değer.
Yine bu vetirede özellikle binlerce akademisyenin ihracına ilişkin Yeni Şafak’tan Yusuf Kaplan’ın “FETÖ’yle ilgisi olmayan tertemiz insanlar ihraç ediliyor! Olmaz!” diye şikâyet edip, “Kim yapıyor bu temizliği?” sorusu dikkat çekici.
“KURALSIZLIK FETRETTİR”
Bu durum, kamuda tasfiye furyasının başladığı günlerde -7 Şubat 2014’te- Genel Yayın Müdürümüz Kâzım Güleçyüz’le Güniz Sokak’taki evinde ziyâret ettiğimiz merhum Demirel’in tasfiyeleri kastederek, “Tasfiye işine gidildiğinde adâlet yok demektir. Devlette kural var, görevden almaların kuralları belli. Bu ortadan kalktığı zaman fetret olur. Meşrûiyet dışına çıkılmaması lâzım. Meşrûiyet dışına çıkıldığı zaman fetret olur. Fetret dönemini yaşıyoruz” tesbitini bir defa daha haklı kılıyor.
Ve devlet kurumlarındaki haksız ve hukuksuz görevden uzaklaştırmalara karşı, “Kim tasfiye ediyor, yer değiştiriyor, belli değil. Kim? Meçhul olan o kim? Kim neyi temsil ediyor, belli değil. Keyfî idârelerde böyle olur. Asker – sivil, o keyfiliğin içine girmesi yanlış. Gelişmelerin merkezi belli değil. Gelişmeleri aktivite eden güçler belli değil. Görünüşte ‘hükûmet yapıyor,’ ama gerçekte bütün bunları yapan kim?” sorularının cevabı hâlâ verilmiş değil
Üzerinden üç yıldan fazla geçtiği halde Demirel’in değerlendirmesiyle OHAL perdesinde KHK’larla “hükûmet yapıyor” perdesinde sözkonusu haksızlık ve hukuksuzlukları kim dayatıyor ve bunlar hangi mihrakların işine yarıyor?