Meclis eski Başkanı’nın “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve tâlimat veremez; tavsiye ve telkinde bulunamaz” ibâresiyle yargı bağımsızlığını teminat altına alan “Anayasanın 138. maddesi ölmüştür” açıklamasıyla, Türkiye’de yargı bağımsızlığının yok edildiği herkesin mâlumu…
“AZ ŞÜPHELİ” TÂKİPLİ “GRİ MEMUR”!
Gerçek şu ki, Anayasa Mahkemesi eski Başkanı’nın “En büyük hasar, toplumun vicdanı olan yargının intikam aracı olarak kullanılmasıyla hukuk güvenliği alanında oluyor. Yargının anayasa, yasa ve vicdanî kanaat sonucu oluşması gereken yorum ve kararları kendini bağımlı hissettiği vesâyet odaklarının emir ve direktifleri doğrultusunda seleksiyona tabi tutuluyor. Ağır bir vicdan yolsuzluğu suçu işleniyor” özeleştirisiyle yargının berhava edildiği çürüme devam ediyor.
Yine yargının en üst kurulu HSYK Başkanvekili’nin, “yargı dünyasının kara dönemi” nitelemesiyle “Yargıya güven günümüzde yüzde 30’lara gerilemiştir; yargının sopa gibi kullanıldığı, belli amaçlara âlet edildiği 93 yıllık Cumhuriyette bir başka dönem yok. Türkiye bu utanç dönemini ilk defa yaşıyor” hayıflanmalı tesbiti duruyor.
Kısacası, iktidar temsilcilerinin bile “Toplumda yargıya güven azaldı. Her ilde Adâlet Sarayı yapıldı; ancak adâlete güven yok. Hukuk güvenliği yoksa ekonomi gelişemez, normalleşme olmaz. Âdil yargılamayı sağlayan bir yargı sistemi ve hukuk devleti anlayışı âcilen tesis edilmeli. Kamu gücü, intikam aracı olmaktan kurtarılmalı” uyarıları Türkiye’de yargının çöküşünü ele veriyor.
Bunun içindir ki, onbinleri aşan gözaltı ve tutuklama sürecinde, 22 bini Millî Eğitim’de, 9 bini orduda, 8 bini Emniyet’te ve 6 bini Sağlık’ta olmak üzere 70 bine varan kamu görevlisinin uzaklaştırılıp binlercesinin ihraç edildiği geniş kapsamlı tasfiye furyasında vatandaşların haksızlığa ve hukuksuzluğa uğramaması açısından yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı büyük önem taşıyor.
Vakıa şu ki, operasyonlar tam gaz sürerken sadece Sağlık Bakanlığı personeliyle ilgili “FETÖ bağlantısı” iddiasıyla günlük 500 ihbar geldiğinin belirtilmesi furyanın nereye vardığını gösteriyor.
Bu hususta, Cumhurbaşkanı’nın Saray’da topladığı ihracatçılara açık açık “O câmiadan dostlarınız, arkadaşlarınız olabilir. Bunları da ifşa ediniz; savcılıklara, Emniyete bildirin. Onları iş dünyasında da temizlememiz şart. Hangi kurumda olursa olsun çökerteceğiz. Sonucu nereye varırsa varsın; 20 bin, 50 bin, 60 bin, 100 bin, 200 bin ezmekte kararlıyız” şikâyet ve ihbar çağrısı çarpıcı.
Ve bu süreçte OHAL KHK’ları kapsamında “FETÖ üyeliği” ihbarı ve “şüphesi”yle açığa alınıp ihraçlarına yeterli delil bulunmayan memurların “gri memur” olarak işâretlenmeleri oldukça çarpıcı.
Buna göre, kamu kurumları, ihbar edilip açığa aldığı memurları idarî soruşturmalarla memurluktan atacak. Bakanlıklara günlük gelen ihbarlarla memurlar “çok şüpheli”, “şüpheli” ve “az şüpheli” olarak sınıflandırılıp “gri memurluk” sistemi uygulanacak. “Az şüpheli” gruptaki memurlar bakanlık birimlerince 3-4 yıl yakın tâkiple bağlantıları tesbit edilirse ihraç edilecekler…
ADÂLET VE HUKUKTAN SAPILMAKLA…
Özetle, “irtibat” ve “bağı”nın istismarla suiistimal edileceği; “ihbarcılık” ve “jurnalciliği” yaygınlaştıracağı kargaşada, “kuvvetli şüphe”den “mâkul şüphe”ye düşen “az şüphe” ile vatandaşların hak kazandıkları işlerinden topluca ihraçla telâfisi imkânsız haksızlıklara ve hukuksuzluklara sebebiyet vereceği, darbe ve ara dönemlerdeki hukuk dışı uygulamalarla ortada.
Bu bakımdan, Bediüzzaman’ın mahkemelerde beyân ettiği “Her hükûmette şiddetli muhâlifler bulunur. Âsâyişe ve idâreye ilişmeyenin hürriyet-i şahsiyesi her hükûmette vardır ve ilişilmez. Ve hükûmet ele bakar, kalbe bakmaz” hakikatinin ehemmiyeti bir defa ortaya çıkıyor. (Şuâlar, 312-3)
Aksi halde “Birisinin hatâsıyla başkası mesul olamaz” âyeti hükmünce, “Kardeşi de olsa, aşireti ve tâifesi de olsa, partisi de olsa, o cinâyete şerik (ortak) sayılmaz. Olsa olsa, o cinâyete bir nevi tarafgirlikle yalnız mânevî günâhkâr olup âhirette mesul olur; dünyada değil” Kur’ânî adâlet ve hukuk esasından sapılması, toplumda büyük tahribatlara, husûmet ve kutuplaşmalara sebebiyet verir; kardeşlik ve vatandaşlık temellerini berhava eder. (Emirdağ Lâhikası, 318-321)