Daha iki ay önce Cumhurbaşkanı’nın Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan turunda “İran’ın bölgeyi domine ettiği”nden, “Pers tehdidi”nden dem vurarak ABD-İngiltere’nin başını çektiği ve İsrail’in yer alacağı “Sünnî cephe” hesâplı politikalar Türkiye’ye hep kaybettirip yalnızlaştırıyor.
“Kriz”, Suudi Arabistan’da seksen beş yaşındaki Trump’un Riyad’ı ziyareti öncesi Kral Salman’ın Kraliyet Sarayında âdeta bir “yumuşak darbe”yle Prens’in Suud kurallarına ve geleneklerine aykırı emr-i vakiyle veliaht yaşça daha büyük -57 yaşındaki- yeğeni Prens Muhammed bin Nayef’i bir kararnâmeyle azledip yerine halen Başbakan Yardımcısı ve Millî Savunma Bakanı -31 yaşındaki- oğlu Muhammed bin Salman’ı veliaht atamasıyla tetiklendi.
Her ne kadar Muhammed bin Nayef’in de Batı dünyası ile de iyi ilişkileri olsa da, Amerika’da Trump’la görüşüp ilk yurtdışı gezisini Suudi Arabistan’a yapmasını sağlayan, Batı kültürü ve eğitimiyle “yetiştirilen” genç Prens’in, başta mezhep savaşının tahrikiyle Büyük Ortadoğu Brojesi (BOP) gibi emperyal ecnebilerin tefrika projelerine teşne daha “güdülebilir” olduğu belirtiliyor.
“ABD’nin Orta Doğu’daki adamı” olarak görülen ve Trump’un seçilmesini sevinçle karşılayan, hatta Washington’un desteği ve “Trump’un isteği”yle veliaht atandığı söylenen, New York Times, BBC, Bloomberg benzeri Batı medyasının övdüğü Prens’in Kral babasının yanında ama perde gerisinde ülkeyi yönettiği kaydediliyor.
FİTNEYİ İLKA EDİYOR
Özellikle “Şiî iktidarı olan bir ülke ile diyalog sözkonusu olamaz” deyip İran’la Suudi Arabistan’ı âdeta birbirinin “birinci hasmı ve hedefi” olarak niteleyen, “savaşın İran’da olması için çalışacağız” sözleriyle İran’la gerginliği tırmandıran sert ve kışkırtıcı demeçler veren yeni Veliaht Prens’in “İran karşıtlığı ve kuşatma plânı”nın Batılı mihraklarca kullanılacağı bildiriliyor.
Zira küresel güçlerin öteden beri peşinde oldukları İslâm dünyasında mezhep savaşı fitnesini alevlendiren agresif “şahin dış politikası”, Yemen’deki iç savaşa müdahalesinde ve son “Katar krizi”nde başı çekmesinde açığa çıktığı gibi en çok İsrail’in ve hâmisi Batı’nın işine geliyor.
Bu açıdan “Arap ve İslâm dünyasının liderliği”ne soyunan “reformcu” ve “yenilikçi” Veliahtın 2016 Nisanı’nda “Hedef 2030” sloganıyla açıkladığı ve verimsiz “Suudi bürokrasisini dönüştürme ve ekonomik kalkınma hamlesi” benzeri câzip söylemlerle ilân ettiği 80 sayfalık “belgesi”, “İran’la savaş ve İsrail’le ittifak senaryosu” olarak yorumlanıyor.
Bundandır ki, Körfez üzerinden küresel hâkimiyet kuran Amerikan – İngiliz “küresel vizyonu”yla yeni Prens, bölgede “İsrail’in dostu” olarak biliniyor. İsrail Haartez gazetesinde “Suudi Arabistan’ın Yeni Veliaht Prensi, İsrail ve Amerika İçin İyi Haber” başlığıyla genç Prens’in ABD ile Rusya, Suriye, İran ve IŞİD konularında anlaştığı, dahası üst düzey İsrail yetkilileriyle buluştuğu yazılıyor.
Ancak, her ne kadar ABD’nin “Suud hanedanına ve rejimine güvence verdiği” belirtilse de, “Riyad mutabakâtı”yla Suudi Arabistan’ın İsrail’le aynı kareye sokulması ve ülkede klâsik aşiret şûrâsının yapısının değiştirilip gücünün azaltılmasıyla etkin Vahhabi ulemasının ve eski kuşağın tepkisi, yönetimin içindeki ihtilâf ve fitneyi ateşleyip kızıştırmakla ülkeyi “Arap baharı”nın yıkıp yakan kargaşa tehdidini taşıyor.
Bunun içindir ki, “küresel yatırımları”nı yapan Batı’nın onlarca yıl istimal ettiği “son kullanma miâdları dolan” işbirlikçi maşaları gibi Suudileri de buruşturup ıskartaya çıkaracağı; tıpkı 32 yıllık işbirlikçileri Mübarek’in ve 42 yıllık “dostları” Kaddafi’nin acı akıbetiyle dikkat çekiliyor.
KARGAŞADA FİGÜR OLMAMALI
Çarpıcı olan, babasını deviren Katar Emiriyle monarşisini koruma adına Mehmetçiğin Katar’a gönderilmesiyle “paralı asker” durumuna düşürülmesi; Türk askerini istemeyen Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Mısır’la ilişkilerde Türkiye’nin tam bir çıkmaza itilmesi.
“Katar krizi”nin ardından ABD’nin 12 milyar dolarlık son silâh satışıyla iyice açığa çıkan “oyun içindeki oyun”la, Suudi Arabistan’ın başını çektiği on ülkenin Katar’a koştuğu “on üç şart”ın başında İran’la ilişkilerin kesilmesi, Batı’nın “Arap baharı” kışkırtmasında kullandığı El Cezire’nin kapatılmasının yanısıra Katar’a yeni asker gönderecek Türkiye’nin -2014’ten beri bulunan- Katar’daki askerî üssünün kapatılmasıyla karşı karşıya kalması.
Ve Ankara’nın politikalarını endekslediği Katar’ın dayatmalara gelip yeniden “Sünni blok”ta yer almasıyla Ankara’nın bir defa daha açıkta bırakması. Ankara’nın yanlış ve ufuksuz politikalarıyla Türkiye’nin İran’la çatışmasına, “mezhep savaşı”nda “aktif rol”le tehlikeli kargaşaya atılması.
Ankara, Türkiye’yi “kriz”in ortağı haline getiren, ecnebilerin kargaşa senaryolarında figür haline getiren yanlış politikalarla sonu meçhul tehlikeli mâceralardan sakınmalı…