Ankara’nın “Suriye politikası”nın Türkiye’yi bölgede çıkmaza soktuğu, siyasî iktidar mahfillerince resmen ikrar ediliyor. En son hükûmet sözcüsünün “Başımıza gelen birçok şey Suriye’deki durum ve Suriye politikası sonucu olmuştur” özeleştirisi bunun açık itirafı.
Esasen daha önce bu ülkede tetiklenen iç savaştan sonra vekâlet savaşları olduğunu, yüzlerce silâhlı örgütün arkasında bölgesel ve büyük güçlerin olduğunu belirten hükûmet sözcüsünün, “Şu anda Suriye’de 15-16 ülkenin fiilen askeri var. Suriye semalarında çok sayıda ülkenin uçakları uçuyor. İsteyen istediği yeri vuruyor kırıyor” cümleleri vahameti ortaya koymuştu.
“Biz de geçerli bir politika ortaya koyamadık. Keşke zamanında geçerli bir barış perspektifi geliştirilebilseydi” diye yakınan hükûmet sözcüsünün, “Vekâlet savaşlarının sonu geldi. İnşallah bir çözüm buluruz” sözü yanlış Suriye politikasından dönüş niyetinin işareti olarak kabul ediliyor.
Okyanuslar ötesinden küresel emperyallerin silâh yığıp bombaladığı, uluslararası silâhlı taşeron terör örgütlerinin kıyasıya çarpıştığı, birçok ülkenin istihbarat ajanlarının cirit attığı iç savaşta 500 bin insanın katledildiği, nüfusun üçte birine yakını olan 10 milyon kişinin ülkesini terk edip mülteci durumuna düştüğü Suriye dehşetli bir kargaşa ve kaosa sürüklenmiş.
Daha da vahimi, bütün bölgeyi istikrarsızlığa iten, etnik ve mezhebî çatışmaları tetikleyen Suriye iç savaşında tıpkı Irak işgalinde olduğu gibi en çok zarar gören komşu ülkenin Türkiye olduğu olup bitenlerle ortada…
“TAMPON BÖLGE” BELİRSİZLİĞİ
Beş buçuk yıldır Ankara’nın Müslüman komşusunun toprak bütünlüğünü koruyarak bütün taraflar arasında barış için arabulucu olmak yerine silahlı muhalefeti desteklemeye endekslenen “Suriye politikası”nın akıbetsizliği, çözümsüzlüğün yanısıra Türkiye’yi uluslararası câmiada devre dışı ve yalnız bıraktığı gibi birçok açıdan da zora soktu.
AKP iktidarında Ankara’nın Esat rejimini devirme hesabıyla ayaklanan silâhlı grupları desteklemesi, sadece enerji – doğalgaz jeopolitik bölgesi olan Ortadoğu’nun ticaret kapısının Türkiye’ye kapanması ve İsrail hesâbına bölgenin destabilize edilmesini netice vermekle kalmadı; ülkemizi başta IŞİD olmak üzere El Kaide türevi örgütlerin terör eylemlerine mâruz bıraktırdı.
Açmaza iten bütün sonuçlarına rağmen, ne yazık ki Ankara yıllarca bütün tarafların yer alacağı ortak geçiş hükûmetine destekle komşudaki fitne ateşini söndürmeye çalışmak yerine, askerî operasyon ya da “tampon bölge” benzeri “formül”lerle belirsizliklere ve bataklığa teşne hatalı politikaları sürdürdü…
TUZAĞA DÜŞME RİSKİ…
Ancak tam da bu vetirede, Suriye sınırında Rus uçağının düşürülmesiyle bu ülkeyle de ekonomik ticarî ilişkilerin dibe vurması ve Suriye kaynaklı IŞİD saldırılarının yoğunlaşması üzerine yanlış politikalardan dönüş sinyalleri veriliken, 54 kişinin can verdiği, 100’e yakınının yaralandığı Gaziantep katliamı sonrası Cerablus üzerinden başlatılan askerî operasyon ülkeyi birçok yönüyle ciddî risklere ve tehlikelere açık ve kırılgan hale getiriyor.
Gelinen noktada, “Fırat Kalkanı” askerî müdahalesi ile amacın, “sınır güvenliğini sağlamak, IŞİD’le mücadele kapsamında koalisyon güçlerine destek vermek, ve Suriye'nin toprak bütünlüğünü temin etmek” olduğu belirtiliyor.
Bu çerçevede bir hedefin de PYD’nin Fırat’ın batısına geçisini engellemek, IŞİD’den boşaltılan Cerablus bölgesine yerleşmesini önlemekle Kuzey Suriye’de Türkiye sınırı boyunca oluşturulacak “koridor devlet”i önlemek olduğu ileri sürülüyor. Lâkin bunun nasıl başarılacağı bilinmiyor.
Gerçekten, Amerikan Dışişleri Bakanı’nın, Ankara’ya gelerek “Tampon bölge yok, nokta” dediği vasatta Suriye topraklarında “tampon/güvenli bölge” nasıl kurulacak ve iç savaş kargaşasında nasıl korunacak? Sonra çıkarların çatıştığı kaygan ve kaypak uluslararası zeminde ABD’nin “PYD’nin Fırat’ın batısını terk edeceği, Menbiç’ten çıkarılacağı” sözüne ne kadar güvenilecek?
Ve daha Suriye’den sıçrayan dehşetli terör önüne geçilemezken, Türkiye ne zamana kadar Suriye topraklarında kalacak ve ne zaman çekilecek? En önemlisi, Suriye’ye askerî müdahale ile iç savaşın bir parçası ve aktörü olma tuzağına düşmekten nasıl kaçınılacak?