Afganistan ve Irak işgal ve istilâsında olduğu gibi ABD ve İngiltere’nin başını çektiği “küresel işgal ve savaş koalisyonu”nun, okyanuslar ötesinden, binlerce kilometreden gelerek müdahale ettiği ve en son Rusya’nın karıştığı Suriye’deki kargaşanın ağır faturası da Türkiye çıkıyor.
Bu durum, öncelikle Batılı global güçlerin hegemonya ve çıkarları adına Türkiye ile Rusya’nın bölgesel güçler olarak bir araya gelmesini bir türlü hazmedememesinden kaynaklanıyor.
Bilindiği gibi merhum Başvekil Menderes’in Rusya ile ekonomik ve ticarî ilişkileri geliştirmesine karşı Rusya ziyaretinden iki hafta önce başta İngiltere ve Amerika’nın desteklediği 27 Mayıs kanlı ihtilâli yapılmıştı. Keza merhum Demirel’in Rusya ile önemli sanayi tesislerini ve fabrikaları açmasının ardından 12 Mart muhtırası dayatılarak Adalet Partisi hükûmeti alaşağı edilmişti. En son iki ülke arasında “asrın projesi” olarak nitelendirilen “mavi akım projesi” akamete uğratıldı.
Son “uçak düşürme krizi”, Türkiye’nin Rusya ile ilişkileri geliştirmesinden rahatsız olan mihrakların bir defa daha iki ülkenin arasını arasının açılması oyununu oynadıklarını ortaya koyuyor.
CİDDÎ EKONOMİK KAYIPLAR
Gerçek şu ki, mânevî kayıplar bir yana; ekonomistlerin ifâdesiyle, Rusya ile arasının açılmasından en çok Türkiye zarar görüyor. En evvel Türkiye’nin ekonomik çıkarları tehlikeye giriyor.
Zira Türkiye, öncelikli enerji bakımından büyük ölçüde Rusya’ya bağımlı. Rusya’dan iki hat üzerinden 12 milyar dolar civarında doğalgaz alan Türkiye’nin yıllık kullandığı 50 milyar metreküp gazın yüzde 60’a yakını Rusya’dan geliyor. Çevirim santrallerindeki elektriğin yüzde 50’si Rusya’dan ithal edilen doğalgazdan üretiliyor. Üstelik uzun vadeli kontratlar gereği Türkiye’nin bunu reddetme imkânı da yok. Kaldı ki reddetse de yine taahhüd ettiği 12 milyar doları ödemek zorunda kalacak.
Kısacası, Türkiye, Rus doğalgazına mahkûm. Diğer iki tedârikçi Azerbaycan ve İran doğalgazında teknik sorunlar, Irak’taki kaynaklar ise ülkedeki karışıklıktan dolayı işletilemiyor. Bu yüzden bilhassa kışın en sert yaşandığı aylarda Türkiye kullandığı doğalgazın yüzde 80’ini Rusya’dan temin ediyor. Petrol ve kömürle birlikte enerji için Rusya’ya yılda 15 milyar dolar ödüyor.
Diğer yandan 2014’te 4.5 milyon turist gelmiş, yılda 4 milyon turist ağırlıyor. Keza bir milyar doları bulan yaş kuru ve sebzeden birçok geleneksel malı Rusya’ya ihraç ediyor.
Bu arada, daha uçağın düşürüldüğü krizin ilk gününde Borsanın 10 milyar dolar kaybı ve faizlerin 10.5 yükselmesi bir diğer kriz zarar rakamı. 5 milyar dolar kazanan Türk iş adamları, ciddî cirolarla inşaat şirketleri Rusya’dan milyarlarca döviz getiren inşaat şirketleri etkileniyor.
Ne var ki, daha şimdiden, turizmde rezervasyonların iptallerinin başladığı, Rusya’nın Türkiye’den yaş sebze-meyve ithaline sınırlama getireceği, Rusya’nın Türkiye’den beyaz et alımını durduracağı ve sektörün zora gireceği bunun birkaç milyar dolar kayba yol açacağı söyleniyor.
Hülâsa, ekonomik-ticarî ilişkilerde Rusya için Türkiye’nin 7. sırada olmasına karşı Türkiye için Rusya, Almanya’dan sonra ikinci sırada büyük önem taşıyor…
“ATEŞ ÇEMBERİ”NDEN SAKINMALI
Bundandır ki, Rusya Başbakanı Medvedev’in “Ortak yeni projeler iptal edilebilir” restinin ardından Türkiye’deki yatırımların sıkıntıya gireceği kaydediliyor.
Krizin daha da derinleşmesi halinde finansmanının tamamının Ruslar tarafından sağlanan Mersin Akkuyu’daki 20 milyar dolarlık Türkiye’nin ilk nükleer santralı projesinin yavaşlatılacağı belirtiliyor. Yine Cumhurbaşkanı’nın her fırsatta “vitrin proje” olarak sunduğu 3. Havalimanı finansmanını sağlayan Rus bankasının projeden çekilebileceği söyleniyor.
Bunun içindir ki, Ankara, Türkiye’yi global güçler adına Irak işgalinde olduğu en çok zarardide olduğu gibi, üç milyonu aşkın sığınmacıyla, sınır ticaretinin kesilmesiyle en büyük bedelini ödediği Suriye’deki kargaşaya katmakla Suriye üzerinden fitne ateşine atma komplosuna gelmemeli.
Geniş ekonomik ve ticarî ilişkileri riske etmemeli. 20 milyarlık nükleer santral ihâlesini imzaladığı, BM Güvenlik Konseyi’nin beş üyesinden biri olan Rusya ile sorunlarını uluslar arası hukukla büyük bir koordinasyon içinde usta diplomasiyle çözmeli, netice almalı.
El Kaide bağlantılı “cihadist örgütler”le terör üzerinden Batı’da “İslamofobi”nin körüklenmesiyle sulh ve selâmet dini İslâm, Kur’ân ve Peygamberimizi (asm) lekeleme, Müslümanlara Hıristiyanlar arasında düşmanlığın alevlendirilmesine karşı, komşularla ve özellikle Rusya ile ilişkileri güçlendirmeli.
Türkmenleri “hedef” haline getirip ateş çemberine atan, Türkiye’yi Müslüman komşusuna karşı “savaş ve cephe ülkesi” durumuna düşüren, tribünlere oynayan neticesiz fevrî çıkışlardan sakınmalı…