Suriye’den canlı bombaların Başşehre kadar gelip Suruç ve Ankara katliâmları bombalarını patlatmaları, dahası bu ülkeden sızan yüzlerce uyuyan hücrenin nerede ve ne zaman terör eylemi yapacaklarının bilinmemesi, istihbarat ve güvenlik zâfiyetinin yanı sıra, Ankara’nın Ortadoğu ve Suriye politikalarını bir defa daha gündeme getiriyor.
İç savaş kargaşasındaki Suriye’deki silâhlı muhalif örgütlere silâh ve mühimmat desteğiyle bu ülkedeki terörün Türkiye’ye sıçradığı tartışmaları sürerken, son ziyaretinde Alman Başbakanı’nın mültecileri Türkiye’de tutma önerisi, hâlâ “tampon bölge”de direten Ankara’yı Avrupa’nın kapısında “sınır bekçisi” ve “tampon bölge” durumuna düşürürken, âdeta yanlış politikaların bedelini ödetiyor.
AKP iktidarında, daha önce ortak bakanlar kurulu yapacak kadar dost olduğu Şam’dakilerle, çıkan krizden sonra, Esad yönetiminin devrilmesini talep eden politikaların eksenine oturtması, Suriye’nin bugünkü perişâniyetine sebebiyet veren etkilerin başında geliyor.
“ÜÇ AŞAMALI PLÂN”I RED!
Ve ne yazık ki Ankara baştan beri akl-ı selim ve barış içinde çözüme değil, İsrail’in güvenliği ve küresel çıkarları hesâbına Suriye’nin ifnasını plânlayan Batılı güçlerle birlikte hareket etmesi, gerçeği bir defa daha ortaya koyuyor.
Bu konuda Finlandiya eski Cumhurbaşkanı ve Akil Adamlar Grubu Başkanı Martti Ahtisaari’nin Rusya’nın, 2012’de Suriye Devlet Başkanı Esad’ın bir barış anlaşması uyarınca görevi bırakması teklifini Batılı ülkelerin ise Esad’ın kısa süre içerisinde devrileceğini düşündükleri için bu teklifi reddetmesi, yoğun gündemin hayhuyunda kaybolan konulardan biri. (Guardian, 16.9.15)
Buna göre, Şubat 2012’de BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimî üyesi ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin’in katıldığı görüşmede dönemin Rusya BM Daimî Temsilcisi Vitali Çurkin “üç aşamalı bir plân” teklif etmiş. “Plân”da, rejim ile muhalifler arasında barış görüşmelerinin başlamasının ardından Esad’ın bir aşamada görevi devretmesi öngörülmüş.
Ne var ki, Suriye’de peşinen Şam yönetimiyle muhalifler arasında barış görüşmelerin başlamasıyla barış ve çözüm için ortak geçici bir yönetimin kurulup aşamalı olarak demokrasiye geçilmesine Rusya ve Çin’in dışındaki diğer Batılı dâimi üye ülkeler karşı çıkmış.
Vakıa şu ki dünden bugüne Suriye’de olup bitenlere bakıldığında, Türkiye’nin aynı saplantıda olduğu görülüyor. Suriye’nin sürüklendiği felâkette, başta ABD olmak üzere, “Esad’ın altı ay içinde görevi bırakacağı” propagandasını yapan İngiltere ve Fransa’nın kamuoylarını yanıltıp yönlendirdiği gibi, “Esad’ın haftalar içinde gideceği”ne Ankara’dakileri de kandırıp avutmuş.
“DİYALOGLA ASÎL BİR YOL”
Böylece Türkiye, Suriye’deki iç çatışmalara müdahil olmakla ve silâhlı muhalefete verdiği destekle, fitne ve fesadın kol gezdiği, katliâmların yaşandığı fecaatin bir parçası olmuş. “Savaş ve cephe ülkesi” durumuna düşmüştür.
Özetle düşülen vartada, 2011’den beri Suriye’deki çatışma ve iç savaş fecaatinin üzerinden dört yıl geçmesine rağmen, Suriye’deki çözümsüzlük devam ediyor.
Türkiye’nin MİT TIR’ları ile taşınan füze ve silâhların başta El Nusra ve IŞİD gibi örgütlerin eline geçtiği tesbitlerine hiçbir mâkul tavzih getirilmeyip soruşturmanın savcıları – hâkimleri tutuklanırken, “Esad’ın düşmanları dostumdur” saplantısı Türkiye’yi ciddî açmazlarla karşı karşıya bırakmıştır…
Ankara, Müslüman komşularına, ecnebilerin kargaşa ve kaosu plân ve projelerini değil, topyekûn bölgenin sulh ve selâmetini esas alan gerçekçi barış ve kardeşlik stratejisini tâkip etmeli. Çâre budur…