Gündemin en baş garabeti, terör ve şiddetin arttığı karambolda ülkenin alelacele yeniden seçimle siyasî karmaşaya itilmesi.
Olup bitenlerden, krizin Cumhurbaşkanı’nın ve telkiniyle AKP yönetiminin seçimde tecelli eden millî irâdeyi yok saymasıyla âdeta sırıtıyor.
Tezgâh, Erdoğan’ın MİT Müsteşarı aracılığıyla İmralı’da müebete mahkûm terör örgütü lideri Öcalan’la “başkanlık” üzerinde kurulmuştu. Cumhurbaşkanı’nın, “seçim mitingleri”nde 400 milletvekili istemesinin sebebi buydu.
“Hesâb”a göre, HDP’nin yüzde 10’luk seçim barajını aşamamasıyla AKP’ye tek başına iktidarın ötesinde bir vekil sayısıyla Erdoğan’ın başkanlığı için Anayasal değişiklikle düğmeye basılacaktı.
Ne var ki, bununla yetinmeyen Erdoğan, Başbakan Yardımcısı ve iktidar partisi temsilcilerinin imzaladığı 28 Şubat’taki “Dolmabahçe muhtâbakatı”nı tanımamasıyla başlayan vetirede sırf “milliyetçi oylar”ı devşirme adına yeniden kutuplaşma politikasını ateşledi. Yine bu “hesâp”la, “Çözüm süreci” adına güvenlik güçlerine ve mülkî âmirlere bölgeye silâh yığınağı yapan terör örgütüne “ilişilmesi” tâlimatının verildiği süreçte, Başbakan olarak Diyarbakır’da Öcalan’ın Nevruz mektuplarının meydanlarda Kürtçe okunmasına, “megri – megri (ağlama – ağlama)” nağmeleriyle Şivan Perver’le yan yana pozlar veren Erdoğan, Cumhurbaşkanı olarak “mutâbakatı tanımıyorum” dedi, “masa”yı tekmeleyip devirdi…
SİYASÎ ENTRİKALAR…
Ve (17 Mart’taki) grup toplantısında HDP Eşbaşkanı’nın tarihinin en kısa grup konuşmasında “Seni başkan yaptırmayacağız!” çıkışıyla tetiklenen vetirede ve “çözüm süreci”, “Erdoğan’ın başkanlığı”nın akamete uğratılmasıyla akamete uğrayıp berhava edildi. “Süreç”ten sorumlu Başbakan Yardımcısı’nın “Erdoğan’ı başkan seçtirmeyeceğiz’ sözü tahrik edip ‘sürec’i bitirdi; Sağlık Bakanı’nın “Başkan seçilseydi, kaos olmazdı” ikrarları bunun itirafı.
Terörün kırsaldan kente indiği, bazı kent ve kasabalarında askerin – polisin sokakta resmî kıyafetiyle dolaşmasına izin vermeyen, sokağa çıkma yasağının uygulandığı, adı konmayan bir “olağanüstü hal”in sürdüğü ülkeyi seçim güvenliği sağlamadan seçime götürüyor. Halbuki mahalli seçimlerden dokuz ay sonra erken seçim isteyen muhalefete, “Yahu el insaf! Daha dokuz ay önce seçim yapıldı ve sonuçlar ortada. Yenilen pehlivan güreşe doymazmış. Bırakınız ‘yeni seçim’i, ‘seçim’ kelimesi dahi bu ülkenin ekonomisini olumsuz etkiler” diye yüklenmişti.
Esasen, teâmüllerle siyasî ahlâk ve kurallar gereği, en çok oyu alan partiden sonra sırasıyla ikinci ve üçüncü partilerin genel başkanlarına hükûmeti kurma görevinin verilmesi gereğinin göz göre göre neden yerine getirilmediği sorusuna Cumhurbaşkanı’nın, “Koalisyona yanaşmayanlara neyin görevini verecektim!” açıklamasıyla iktidarı gasbı, politik entrikanın iç yüzünü deşifre ediyor.
Zira bu dayatma, muhalefetin, başta 17-25 Aralık olmak üzere “yolsuzluk, rüşvet ve hırsızlık iddialarının soruşturulup yargının önüne getirilmesi” gibi şartları kabul etmeyen Cumhurbaşkanı’nın “Ya AKP’nin başında bulunduğu hükûmette ‘şartları’yla kabul edeceksiniz ya da size görev verilmeyecek” anlamına geliyor.
“KAPRİSLİ YETKİ KULLANIMI!”
Bir başka çarpıklık, Erdoğan 1 Kasım için, “Seçimde millî irâde tecelli edecek” demesi. Oysa millî irâde 7 Haziran’da da tecelli etti. Görünen o ki, iki ay önce sandıktan çıkan sonucu “beğenmeyip” kabul etmeyen Cumhurbaşkanı AKP’nin tek başına iktidarını “millî irâde” sayıyor; -eski- partisine karşı çıkan yüzde 60 oyu “millî irâde” saymıyor!
Keza 10. kez topladığı muhtarlara “1 Kasım’da millet istikrar mı, istikrarsızlık mı istiyor belli olacak” sözleri, Cumhurbaşkanı’nın siyasî istikrarı “sandıkta AKP’nin en azından tek başına iktidar” çıkmasına endekslediğini bir defa daha ele veriyor. Kısacası, sandıkta bozulan “tezgâh”, çarpıklıklarla, atraksiyonlarla, manipülasyonlarla yeniden kurgulanıyor. Financial Times’in “Erdoğan’ın kaprisli yetki kullanımıyla Türkiye’yi kaosa sürüklemeyi riske ettiği” yorumu yeniden teyid ediliyor…
Yazık, çok yazık…