676 Sayılı KHK ile 80 bin 900 ihraca 10 bin 131 kamu personelinin eklenmesiyle kalınmayıp, Olağanüstü Halin gerekli kıldığı konularla hiç alâkası olmayan rektörlük seçimlerinin de kaldırılıp atama yetkisinin Cumhurbaşkanı’na verilmesi, demokratik eğitim, üniversitelerin bağımsızlığı ve YÖK’ün durumunu yeniden gündeme getirdi.
Mâlum Saray’da 29 Ekim resepsiyonunun verildiği saatlerde yürürlüğü konulan KHK’yle, üniversitelerin rektör adaylarını belirleme hakkı/yetkisi de ellerinden alınıp Cumhurbaşkanı’na verildi.
Kararnâmede, “devlet üniversitelerinde rektör Yükseköğretim Kurulu tarafından önerilecek üç aday profesör arasından Cumhurbaşkanınca atandığı” belirtiliyor dense de, devamında “bir aylık sürede önerilenlerden birisinin atanmaması ve Yükseköğretim Kurulu tarafından, iki hafta içinde yeni adaylar gösterilmemesi halinde Cumhurbaşkanınca doğrudan atama yapılır” ibâresiyle rektör seçimini doğrudan Cumhurbaşkanı’na bağlanıyor.
Buna göre en son Boğaziçi Üniversitesi’nde oyların yüzde 86’sını alan adayın aylarca bekletilip atanmayarak hiç seçime girmemiş bir ismin Saray’ca atanmasında olduğu gibi, YÖK’ün re’sen belirlediği üç rektör adayından birini beğenmeyen Cumhurbaşkanı, “YÖK’ün iki hafta içinde yeni adaylar göstermemesi durumunda” doğrudan birini rektör olarak atayacak.
Özetle, YÖK’e verilecek gizli bir tâlimatla “iki hafta içinde adayları göndermemesi”yle aslında rektör atama yetkisi bütünüyle Cumhurbaşkanı’na bırakılıyor.
Bu durum, öncelikle daha evvel Meclis Genel Kurulu’na gelen ve muhalefetin tepkisiyle çekilen sözkonusu rektör atanmasının bu kez hiç ilgisi olmadığı halde KHK’yla dayatılması, iktidar sözcülerince her fırsatta söz edilen “millî irâde” söylemlerinin hiç sayılması olarak kayıtlara geçiyor.
Böylece, demokratik ülkelerde oluşan demokratik kültür ve geleneklerle rektörlerin seçimlerle atanmasına karşı, “YÖK yasası”yla,zaten idârî ve akademik özgürlüğü bulunmayan üniversitelerin doğrudan özerkliği büsbütün berhava ediyor.
Ve rektör seçimlerinin kaldırılmasının “üniversitelerde gerginliğe yol açtığı” gerekçesine dayandırılması bir başka garabeti açığa çıkarıyor. Gerçekten, gerginliği giderecek tedbirler almak yerine üniversitelerin rektörlerini seçme yetkisini tümden almak nasıl bir mantığın sonucu? “Gerginlik oluyor” diye genel seçimlerin, milletvekili ve belediye başkanları seçimlerinin de mi kaldırılması lâzım?! Anadolu’da en çok tartışmanın ve hatta kavgaların olduğu muhtarlık seçimlerinin de iptal edilip, muhtarlar tepeden mi atanmalılar?
Ancak en vahimi, AKP siyasî iktidarının 12 Eylül “darbe anayasası”na sarılması; en çok eleştirdiği YÖK’ü sahiplenip antidemokratik uygulamalarını daha da katmerleştirmesi. Oysa ilk AKP hükûmetinin kurulduğu 16 Kasım 2002’de Genel Başkan sıfatıyla “Recep Tayyip Erdoğan” imzasıyla kamuoyuna deklâre edilen AKP’nin “Âcil Eylem Plânı”nda, “Yüksek öğretimin yapısından seçim sisteminden siyasî partiler sistemine, yüzde 10 seçim barajının kaldırılmasına kadar bütün temel sorun alanlarında “siyasî ve idarî düzenlemeler”le demokratikleşmenin yapılacağı takvime bağlanıp tek tek taahhüd edilmişti…
Keza AKP’nin seçim bildirgeleriyle hükûmet programlarında, hak ve özgürlüklerin AB normları çerçevesinde sür’atle yapılacağı teminatıyla “Bir yıl içinde üniversitelerin idarî ve akademik özerkliğe kavuşmaları sağlanıp, “YÖK’ün yeniden yapılandırılıp tâdil edileceği” vaad edilmişti.
Mesela 26 Eylül 2002’de “Her şey Türkiye için” başlığını taşıyan AKP’nin ilk “seçim beyannâmesi”nde “temel hak ve özgürlükler” bölümünde, evrensel hukukun iç hukukun parçası haline getirildiğine ve AB’ye tam üyeliğin ön şartı olan Kopenhag Kriterleri’ndeki temel hak ve özgürlüklere atıfta bulunularak, YÖK’ün yapısı için başta Anayasa’nın 130. ve 131. maddeleri ile Yüksek Öğretim Kanunu’nun değiştirilmesi gerektiği; eğitimin de AB standartlarına göre düzeltileceği sözü verilmişti. Ardından AKP hükûmetinin Millî Eğitim bakanları, “YÖK’ün yapısının değiştirilmesinin bakanlıklarının öncelikli ve “birinci görevi” olarak saydıkları arşivlerde. Yine parti sözcülerinin miting meydanlarında halka “12 Eylül darbesi ürünü YÖK’ün düzeltileceği” propagandaları kayıtlarda.
Ne var ki AKP iktidarında, demokratik eğitim için YÖK’ün bütün demokratik ülkelerde olduğu gibi sâdece yüksek öğretimde koordinasyonla kalması ve akademik eşgüdümü sağlayan bir akademik kurul haline getirilmesi, üniversitelerin özerkliğe ve eğitimin özerkliğe kavuşturulması için anayasal ve yasal düzenlemeleri yapılması bir yana; YÖK’ün yetkileri katmerleştirilerek eğitim bütünüyle antidemokratik hale getiriliyor.
Siyasî iktidar, “eğitimin demokratikleşmesi” taahdünü tutmalı…