Hükûmet ortaklığı çalışmalarının sürdüğü süreçte Suruç katliamı, Ankara’nın Suriye politikalarının iflâsını bir defa daha gündeme getirdi.
Gerçek şu ki, Şam yönetimine karşı meşru zeminlerde sağduyu ve müsbet hareketle demokratik mücadele vermek yerine, silâhlı örgütlerin çatışmaları üzerinden yürütülen iç savaş, sadece Suriye’yi değil, başta Türkiye olmak üzere bütün bölgeyi büyük bâdirelere itiyor.
Tam da seçim sonrası koalisyon turlarının hükûmet beklentisi meydana getirdiği sırada Suruç kanlı saldırısı, öncelikle Türkiye’yi terör eylemlerine açık hale getiren başta sınır güvenliği zâfiyeti olmak üzere Suriye’deki iç savaşa karşı tedbir zâfiyetini söz konusu ediyor.
Vakıa şu ki, Türkiye - Suriye sınırının hemen hemen bütünü terör örgütlerinin kontrolünde. 911 kilometrelik sınır hattının sadece 27 kilometresi Suriye devletinin elinde kalmış. Sınırın yüzde 70’ini bulan 632 kilometresi PKK’nın Suriye kolu PYD’nin, yüzde 8’i IŞİD’in denetiminde. Kısacası, Türkiye terör örgütleriyle baş başa kalıp komşu olmuş vaziyette.
Bu tablonun, sonuç itibarıyla Ankara’nın son üç yıldır sırf Şam yönetimini yıkmaya odaklanan, Suriye’yi bölmeyi amaçlayan, silâhlı muhalif gruplara destek veren yanlı politikalarının sonucu olduğu tesbiti bir defa daha doğrulanıyor…
İÇ SAVAŞI, TÜRKİYE’YE SIÇRATIR
Belli ki, seçim öncesi Adana ve Mersin’de HDP binalarına peşpeşe onlarca saldırıdan ve Diyarbakır mitinginde patlatılan bombadan sonra bu kanlı saldırı da provokatif amaçlı. Birtakım gizli servislerin manipülasyonuyla Türkiye’de PKK ile IŞİD’in çatıştırılması “plânı”nın bir parçası.
Özetle, kitlesel eylemlere sürükleme, kalabalıkları sokaklara dökme, yeniden karşılıklı kundaklamaları ve saldırıları tetikleme komplosu kuruluyor.
Türkiye, topyekûn bölgeyi karıştıracak kaosa itiliyor. Suriye’deki kargaşa ve iç savaşın içine çekilmesinin yanısıra terörün Türkiye’ye taşınmasıyla, toplumsal kırılmalarla toplumdaki fay hatlarını derinleştirip kutuplaşmaları arttırmayı öngören kanlı senaryolar sahneleniyor.
Zira Suriye’de savaşan bütün silâhlı grupların arkasında hâricî emperyal ecnebilerin olduğu, terör örgütlerinin bölgenin egemenliğine, enerji kaynaklarına ve haklarına göz diken küresel güçlere bir nevi taşeronluk yaptığı artık saklanmaz bir gerçek.
Halbuki hangi sâikle olursa olsun Suriye’deki kavgaya atılması, Türkiye’yi Ortadoğu’daki bataklığa sürükler. Kargaşa ve kaosa eklemler, daha da çıkamayacağı bir savaşın parçası haline getirir.
En tehlikelisi, bombalı saldırının Kobani’ye desteğe gitmek için toplanan grubu hedef alması. Bu durum, onlarca silâhlı grubun çatıştığı Suriye’deki iç savaşta en yoğunluklu olarak Türkiye sınırı boyunca kantonları elde etmek uğruna şiddetlenen IŞİD’le PYD/PKK çatışmasını Türkiye topraklarına, kentlerine sıçratır. Türkiye’yi “savaş ve cephe ülkesi” durumuna düşürür. Bütün bölgeyi kan ve kaos bataklığına atar...
SURİYE’Yİ TÜRKİYE’YE ÇEKER
Görünen o ki, ortada ciddî bir güvenlik ve istihbarat zâfiyeti var. Girilen vartada 53 sivilin öldüğü Reyhanlı bombalı saldırısından Ağrı - Diyadin saldırısına, Ardahan’da minibüsün taranmasına, onlarca vatandaşın katledildiği terör saldırılarının fâillerinin meçhul kalması, bunun göstergesi.
Bundandır ki, siyasi iktidarın hiçbir maslahatı olmayan “Cerablus bölgesinin IŞİD’den temizlenmesi” paravanında Suriye topraklarına girme hevesinden vazgeçmesi; mezhebî ve etnik ayrımlar üzerine tefrikaya düşen Suriye’de barış ve istikrar için Cenevre Bildirisinin hayata geçirilmesi için samimi çabalara destek vermesi gerekiyor.
Bunun için en azından sınırların kontrol altına alınması adına “önleme istihbaratı”nın güçlendirilmesi; militanların terör eylemlerinin sınırı geçmeden tesbitiyle önlenmesi lâzım.
Siyasî iktidar, basit politik hesaplarla MGK kararlarıyla bütün cemaatleri MGSB’ye / “kırmızı kitap”a koyarak “paralel yapılanma” perdesinde uyduruk “iç tehditler”le uğraşmaktan artık vazgeçmeli.
Devletin istihbarat kurumu, dinî cemaatleri-yapılanmaları ‘izleme-fişleme ve engellemeler”den vazgeçip Türkiye’yi kana bulamaya uğraşan terör örgütlerini tâkibe yönelmeli.
Ve Ankara ülkenin enerjisini boşa harcatan sun’î gündemleri bir tarafa bırakıp gerçek iç ve dış gündeme dönmeli.