Diyadin olayı, yaman garip çelişkilerle, istifhamlarla ve muammalarla muallel olarak sürüklendiği açmazla “çözüm süreci”nin bir defa daha askıya alınmasına âdeta bahane edildiği görülüyor.
Gerçek şu ki, son iki yıldır örgütün bölgede yol kesmesine, “öz savunma” adı altında kimlik kontrolü yapmasına, binlerce çocuğu, genci dağa kaçırıp militan sayısını kat kat arttırmasına, adam kaçırmasına, “özerk mahalleler” ilânına, özel mahkemeler kurmasına, şantiye basıp iş makinelerini yakmasına, tehdit ve şantajlı isyan provalarına hükûmetin isteği ve valilerin tâlimatıyla operasyona gözyumulurken, güvenlik güçlerinin bir köydeki bahar şenliğine müdahalesindeki çelişki ortada.
Garabetlerin başında, Ağrı Belediye Başkanı’nın da ikrarıyla yıllardır yapılan festivale PKK militanlarının da katılacağı ve sıcak çatışmanın çıkacağı istihbaratına rağmen, bölgeye valinin tâlimatıyla sadece 15 askerin gönderilmesi bilmecesi geliyor.
Bunun içindir ki, valiliğin tamamen güvenlik tedbiri çerçevesinde güvenlik güçlerinin bölgeye sevkedildiği açıklamasına karşı, Genelkurmay’ın “valinin emri”ne atıfla sorumluluğu üstlenmeyip, bunun “silâhlı kuvvetlerin bir operasyonu olmadığı” açıklaması çarpıcı…
VAHİM İDDİALAR CEVAPSIZ
Hükûmetiyle HDP/İmralı arasındaki 28 Şubat’taki “Dolmabahçe mutâbakatı”nın mürekkebi kurumadan ve Öcalan’ın Diyarbakır meydanında okunan “Nevruz mektubu”na inad “milliyetçi oylar” üzerinden Cumhurbaşkanı’nın “Kürt sorunu yoktur” çarkıyla “izleme komitesi” benzeri gerekçelerle karşı çıkışı, akabinde “sürec”i yürüten Başbakan Yardımcısının “Cumhurbaşkanı’nın söyledikleri bizim için tâlimattır” dönüşü, aslında seçim hesâbına “sürec”i tasfiyenin ilk sinyaliydi.
Ortalıkta, PKK’nın “HDP’nin barajı aşması” için provokasyon tertiplediği iddiasından, yıllardır “çözüm süreci” üzerinden oy devşiren AKP iktidarının seçim öncesi anketlerden çıkan oy kaybettiği ve “HDP barajı geçerse AKP tek başına iktidar olamamakla karşı karşıya” endişesiyle süreci bir defa daha boşa çıkarmak manipülasyonuyla “sürec”i sabote ettiğine varan bir dizi istifham dolaşıyor. Bundandır ki, tırmanan tartışmalarda HDP Eşbaşkanlarının, “Diyadin kırsalında Ağrı’da askerlerle PKK’lılar arasında bir çatışma değil, sahte bir kurgu operasyon vardı ve provokasyonun AKP tarafından plânlandı” iddiası dikkat çekici.
Keza 12 saat süren çatışmada, “8’i yaralanan 15 askerin çatışma bölgesinde terk edildi, o askerler vurulsun ki ülkede AKP’nin oyları tavan yapsın; mümkün olduğunca fazla cenâze çıkarmaya çalıştılar” sözlerindeki vahamete iktidardan gelen cevapların tatmin edici olmaması, muammayı derinleştiriyor.
Diğer yandan, bizzat Cumhurbaşkanı’nın ve Başbakan’ın sert tepkisine mukabil Genelkurmay’ın, yaralı askerlerin vatandaşlarca kurtarılmasına “takdire şâyân” teşekkürü, olup bitenlerin “terör”den öte “provokasyon” olduğuna dair tesbitleri bir başka açıdan teyid ediyor…
“ÇÖZÜM SÜRECİ” SEÇİM SÜRECİNE KURBAN!
Yine hükûmet cânibinden “Diyadin’de terör ve çatışma olduğu” savunmasına karşı, HDP ve Kandil’den, ardı ardına ısrarla “550 vekil umurumuzda değil. Bu tezgâhlara gelmeyeceğiz. Asla başaramayacaklar. Asla ülkeyi kaosa çekemeyecekler” tepkileri ve “olayların yerinde araştırılarak mutlaka aydınlığa kavuşturulması” çağrısıyla benzer provokasyonların bundan sonra da tekrar edebileceği uyarısı, “provokasyon” iddialarını güçlendiriyor.
Özetle, vatandaşların kendilerini siper edip yaralı askerleri taşıyıp kurtarmasına gösterilen agresif tavır, olayın seçim sürecini etkileme “provokasyonu provası” olarak niteleniyor. “Çözüm süreci”nin bir defa daha “siyasetin makyajı ve aksesuarı” olarak kullanıldığı ve “çözümsüzlük koridoru”nda tutulduğu değerlendirmesini doğruluyor. Ve “seçim öncesi seçim sonuçlarını etkilemeye dönük provokasyon provası”yla “çözüm süreci”nin “seçim süreci”ne kurban edildiğini ele veriyor..
Gerçekten, onca emek verilen “çözüm” ve “çatışmazlık” süreci, neden yine pervâsızca harcanıyor? Niçin bir yandan son iki yıldır bölgeden “şehid cenâzelerinin gelmediği” nazara verilirken, diğer yandan tam tersine tahrikkâr demeçlerle inadına “çatışma kaosu”na çanak tutuluyor?
Bilhassa “Dolmabahçe mutâbakatı”ndan sonra “çatışmazlık ortamı”nın barış ve “çözüm”le neticelenmesi beklenirken, hükûmetin tam da seçim öncesi “terörle mücadele”ye yönelmesi ve bölgeye asker sevki neden? Sonra iki yıldır askerin operasyon yapmasına izin vermeyen valiler, seçime iki aydan az bir zaman kala operasyonlar için neden tâlimat yağdırır hale geldiler?
Olayın içyüzü, bu soruların cevabında…