Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü’nün bir yılda Türkiye’den bin üç yüz vatandaşın katıldığı IŞİD’e kanlı Suruç saldırısı sonrası başlatılan operasyonların PKK’ya sınırötesi hava harekâtı dalgalarına dönüşmesine karşı terör örgütünün terör eylemleriyle cevabı “çözüm süreci”ni berhava etti.
Bizzat Cumhurbaşkanı’nın “süreç bitti” çıkışıyla, Başbakan’ın “PKK silâhları bırakıncaya kadar operasyonlar devam eder” demeciyle en evvel “çözüm süreci” ıskartaya çıkarıldı.
Cumhurbaşkanı’nın “mutâbakat yoktur” çıkışından sonra Başbakan Yardımcısı Akdoğan’ın hükûmeti temsilen bulunup imzaladığı 28 Şubat’taki “Dolmabahçe metni”ni -Erdoğan gibi- “mutâbakat çerçevesi değil, hükûmetin görüşünün ifâdesiydi” dönüşü, düşülen vartayı açığa çıkarıyor.
Oysa önceden hazırlanıp 21 Mart’taki Nevruz çağrısı öncesine yetiştirilen ve her iki tarafın da altında imzalarının olduğu “Dolmabahçe metni”nin “ortak mutâbakat” olduğu, kamuoyuna açıklanmasını hükûmetin istediği bol bol iktidara yakın medyada yer almıştı.
Hatta “Dolmabahçe mutabakatı”na son şeklin devlet yetkililerinin de katıldığı Öcalan ile görüşmelerin ardından İmralı’da verildiği, işin içinde hükümet olduğu mesajı verilmesi için Başbakanlıkça Başbakanlık Dolmabahçe Ofisi’nin özellikle seçildiği, dahası oturma düzeninden salon seçimine Erdoğan’ın onayıyla belirlendiği defalarca yazılmıştı…
“SÜREC”İ TASFİYENİN ARKA PLÂNI
Tesbit şu ki, Erdoğan’ın AKP’yi tek başına iktidar yaptırmayan seçim sonuçlarını beğenmemesiyle açığa çıkan “sürecin tasfiyesi”, seçimden önce yaptırdığı anketlerde HDP’nin barajı aşacağını görmesiyle ve “başkanlık projesi”nin suya düşmesiyle başlamış.
Bundandır ki, eski danışmanı Akdoğan, bizzat katıldığı “Dolmabahçe mutâbakatı”nı inkâr ediyor; ve barajı aştığı için HDP’yi “sürece ihânet”le suçluyor. Açık açık “Demirtaş’ın ‘Seni başkan yaptırmayacağız!’ vaadinin Erdoğan’ı tahrik edip ‘çözüm süreci’ni havaya uçurduğu” ikrarı, “sürec”in tasfiyesinin arka plânını deşifre ediyor.
“Sürec”in tasfiyesiyle kalınmıyor; şimdiye kadar “çözüm süreci”ni birlikte görüşüp müzâkere ettikleri HDP eşbaşkanlarıyla ilgili aylardır bekletilen soruşturmalar tamamlanıyor; “şiddet ve terör örgütünün propagandasını yapmak” iddiasıyla “fezlekeler” hazırlanıp Meclis’e gönderiliyor.
Bu arada, Meclis’te, başta PKK olmak üzere, son dönemde terör örgütlerinden gelen “artan terör saldırılarının araştırılması ve tedbirlerinin alınması için komisyon kurulması”nı –“çekimser” desteğiyle- AKP ile birlikte garip bir biçimde reddeden MHP’nin Genel Başkanı, daha da ileri gidip daha yeni yapılan seçimde yüzde 13 oyla 80 milletvekili alan HDP’nin kapatılmasını talep ederken, Erdoğan altı milyon oy alan bu partinin yöneticilerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını istiyor…
TERÖRE ORTAM OLUŞTURULUYOR!
Görünen o ki, AKP’nin son sekiz senedir büyük iddialarla halka deklâre edilip büyük beklentiler oluşturan bütün “demokratik açılımlar”ın akamete uğratılmasında olduğu gibi, “çözüm süreci” de akamete uğratılmasının arka plânında yine politik hesâplar var. “Çözüm süreci” de AKP’nin tek başına iktidarı ve Erdoğan’ı “başkanlığa” taşımasına “araç” olarak istimal edilmiş.
Ve ne zamanki “çözüm süreci”nin –Demirtaş’ın deklâresiyle- Erdoğan’ın “başkanlık” hevesine hizmet etmeyeceği, dahası bu partinin barajı geçmesiyle tek başına iktidarını engelleyeceği anlaşılınca, onca emeğe, millete verilen taahhüdlere bakılmadan büyük bir pervâsızlıkla harcanmış.
“Ergenekon” ve “Balyoz” gibi “darbeye ortam hazırlama ve darbe teşebbüsü dâvaları”ndan “kumpastı – aldatıldım” diye cayan AKP hükûmeti, son vetirede “hataydı” deyip “çözüm süreci”nden vazgeçiyor.
Hülâsa, AKP’nin tek başına iktidarı, “başkanlığa” ortam oluşturması siyasî rant amaç ve hesaplarıyla, Cumhurbaşkanı’nı tâkiben hükûmetle “çözüm süreci” masası devriliyor; ülke bir defa daha terör fitnesi ateşine atılıyor. Bile bile kan üzerinden siyaset ve iktidar mücadelesi vebâli işleniyor.
Peki, yazık değil mi bu ülkeye? Bir “iktidar koltuğu” uğruna bunca kan ve gözyaşı değer mi?