Millî Eğitim’den Emniyete, üniversitelerden yargıya bütün kamu kurumlarındaki ihraç ve tutuklama furyasıyla, on aydır “mensubiyet” , “iltisak”-“irtibat” gibi her tarafa çekilebilen istismara açık spekülâtif “soruşturma kriterleri”yle hukukun temel kurallarını hiçe sayan, asılsız – imzasız ihbarcılıkla jurnalciliği özendiren, kanunsuz cezâlandıran yargısız infazlar tam gaz sürüyor.
En başta Başbakan’ın “OHAL’la devam edilmeyeceği” ve “OHAL altında referandum yapılamayacağı” teminatlarına, başta ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı ve Ekonomi Bakanı olmak üzere iktidar ve iş dünyası cânibinden OHAL’ın artık uzatılmaması çağrılarına karşı, Cumhurbaşkanı’nın “OHAL devam edecek!” çıkışıyla çelişkili çarpıklıklar yaşanıyor.
En son Adalet Bakanı’nın yüksünmeden açıklamasıyla, hakkında yargısız işlem yapılan 149 bin 833 vatandaştan 48 bin 636’sının tutuklanıp aylardır tek kelime savunmaları alınmadan sorgusuz – sualsiz, kapasitesinden kat kat fazla cezâevlerine tıkıldığı, yargıdaki soruşturma ve dâvâ dosyalarında mahkemelerin kamu kurumlarından istediği cevapların aylarca geciktirildiği vartada yoğun insan hakları ihlâlleriyle tam bir hukuk dramı sergileniyor…
“CEMAATİN KURUMLARININ ÖNÜNDEN GEÇTİ DİYE”
Hiçbir savunma hakkı tanınmadan, en ufak bir delil ortaya konulmadan yargısız infazlarla zulme varan söz konusu on binlerce uzaklaştırma, ihraç ve tutuklamadan iktidara yakın mahfillerin bile yakınması vahameti açığa çıkarıyor.
OHAL sürecinde 21 KHK ile 64 bin 533 öğrenci ve 2 bin 805 öğretim elemanı bulunan 15 üniversitenin kapatılması ve sekiz farklı ihraç dalgasında 112 üniversiteden 4 bin 811 akademisyenin ihraç edilmesi üzerine, “OHAL KHK’larıyla ihraç edilen akademisyenler, çölleştirilen üniversiteler” raporunda belirtildiği gibi “15 Temmuz” soruşturmaları politik hesaplarda istimal ediliyor. Bu bahane ile muhalifler tasfiye ediliyor.
Baştan beri “Gülen cemaati”ne en ağır eleştirileri yapanların başında gelen Emniyet eski İstihbarat Dairesi Başkanı Hanefi Avcı’nın, en son 9 bin 103 polisin açığa alınmasının ardından OHAL uygulamalarına sert tepkisi dikkat çekici.
Avcı’nın “Cemaatin kurumlarının önünden geçti’ diye insanların tutuklanacak hale geldiği”, birçok bürokratın tutuklamalara korkularından itiraz edemedikleri; seslerini çıkaramadıkları, soruşturmaların hukuk zemininden çıktığı tesbiti, süreçte olup bitenleri özetliyor.
İşin tamamen düşmanlığa dönüştüğünü kaydeden Avcı’nın, “Hukuksal zeminde gitmek lâzım. Hukuk zemininden kaydı. Hukukî ölçü şudur; darbeye karışanların suçu bellidir. ‘Örgüt’ derseniz ne zamandan itibaren örgüt, ne zamandan itibaren suç? Düne kadar herkes bu örgüte özendirildi. Sadece cemaate gönül bağı kurmak suç değil, fiil ve eylem suçtur. Hangi eylem suç, cezâ kanunu saymış. Kanunun saydığı suçlara bakarsanız ayıklamak çok kolay. Şu anda binlerce tutuklamaya da gerek kalmaz. Suça karışanın önüne suçu koyarsınız o da kendini savunur” insaflı değerlendirmesi vaziyeti deşifre ediyor. (KRT, 6.5. 2017)
SUÇA KARIŞMAYAN...
Kısacası, “Bir örgütün bütün mensupları terör örgütü mensubu mudur?” diye soran Avcı’nın, “hukuk devletlerinde fiilî eylemlere, suça karışanlar”ın dışında “suça karışmayan, ama o fikir ve düşüncelere sempati besleyen insanlar terör örgütü değildir” analizi, OHAL uygulamalarının amacından saptığını orta koyuyor.
Keza Yeni Şafak’tan Yusuf Kaplan’ın aylar öncesi akademideki kıyımlara “FETÖ’yle hiç ilgisi olmayan tertemiz insanlar ihraç ediliyor!” tepkisi de bunun ifâdesi. (8.2.17)
YÖK’ün KHK’larla ihraç edilecek akademisyenlerin üniversitelerde oluşturulan komisyonlarca belirlendiği itirafı; birçok üniversitede rektörlerin sırf kendilerine oy vermediği için öğretim üyelerini ihbarı, hayatlarını mesleklerine vermiş akademisyenlerin politik itham ve iftiralarla hoyratça harcanıp işlerinden edilerek mağduriyetlere uğratılmaları, işin önemli bir boyutunu açığa çıkarıyor…