1 Kasım gecesi Başbakan, “birlik ve beraberlik”ten, “demokrasi, hukuk, adâlet, barış, hilm, şefkat ve sevgi tohumlarının ekilmesi”nden dem vurdu.
“Husûmet, nefret, şiddet dilinin, kutuplaşma/ ayrıştırmanın olmayacağını, bütün vatandaşlarının hukukunun korunacağını” vaad etti.
Ne var ki, daha seçimin ikinci gününde, düşünce ve ifâde özgürlüğüne baskılar devam etti. Yine “paralel yapı” yaftasıyla ve “terör örgütüne destek” ithamıyla tutuklamalar yapıldı. Medyaya operasyonlarla basın ve yayına sansür katmerleştirildi. Bir defada 70’den fazla gazeteci işten çıkarıldı.
Gerçek şu ki, iktidar partisinin “balkon konuşmaları”nda verilen “kucaklayıcı mesajlar” hep “balkon”da kaldı. Başbakan’ın beş ay önce 7 Haziran gecesi “balkon”da verdiği sözlere rağmen, bankalara, özel kurumlara, atanan “kayyumlar”la şirketlere operasyonlar sürdü.
Keza 28 Şubat “postmodern darbe” sürecinde olduğu gibi, iktidara yakın olmayan medya kıyıma uğruyor. On binlerce Emniyet mensubuna, yüzlerce hâkim ve savcıya sürgünden sonra kıyım devam ediyor. Siyasî iktidarın bir dönem “vesâyetle mücadele”nin göstergesi olarak sunduğu “Ergenekon” ve “Balyoz” benzeri “darbe teşebbüsü” ve “darbeye ortam hazırlama” iddialarıyla yargılanıp hüküm giymiş yüzlerce hükümlü, “orduya kumpas kurulmuş” dönüşüyle tahliye edilirken, başta “darbe davaları” ile 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarını yürüten ve daha önce açığa alınan hâkim ve savcılar “silâhlı terör örgütüne destek” isnadıyla tutuklandı.
“MÂSUM İNSANLARI RENCİDE…”
En son İzmir merkezli 18 ilde, aralarında üç merkez valisi, üst düzey bürokratlar, il eski emniyet müdürünün bulunduğu 48 kişi “gizli askerî bilgi ve belge bulundurma” suçlamasıyla gözaltına alındı. “Askerî casusluk davası” dosyasını da itibarsızlaştırıp çökertme ve kapatma operasyonu yapılıyor…
Çarpıcı olan, seçim sürecinde “suçun şahsîliği” kuralını hiçe sayıp topyekûn bir câmiayı töhmet altında bırakan hukuk dışılıklara itiraz eden iktidar partisi mensuplarının tezatlı çarkları.
Çok değil, iki hafta önce dayatılan hukuksuzluklara dair “Birileri ‘FETÖ -Fethullah Terör Örgütü’ kavramını yerleştirmeye çalışıyor. Hiç alâkası olmayan insanların evine, işyerine baskınlarla mâsun insanlar rencide ediliyor” diye yakınan Başbakan eski Yardımcısı ve hükûmet sözcüsü Arınç’ın, birkaç gün sonra “Yargının verdiği kararlara söyleyecek bir şeyimiz yok. Yargı bağımsız. Hâkimlik kayyum atanmasına karar vermiş. Ak Parti yapmak istese de adâletsizlik ve haksızlık yapamaz” diyor. (Gazeteler, 27.10.15).
Diğer yandan “Türkiye’de genel anlamda yargıya güven sorunu var, güven alt sıralarda. Yargı reformu memleketin şiddetli bir ihtiyacı” diyen ekonomiden sorumlu Başbakan eski Yardımcısı Babacan, binlerce insana istihdam sağlayan bir holdingin 22 şirketine 100’den fazla kayyum atanmasıyla el konulup bünyesindeki medyanın karartılmasının “ekonomi üzerinde kalıcı etkisi olmayacağı” çelişkisini sergiliyor.
KIYIMA SON VERİLMELİ…
Tıpkı HSYK’nın yapısı değiştirilerek yargının Adalet Bakanı üzerinden yürütmeye bağlanmasıyla bağımsızlığının ve tarafsızlığının berhava edildiği, tek hâkimlik “proje mahkemeler”le yargının hükûmetin güdümüne alındığı vakıasına karşı “hak ve hukuk” sözü veren, “rövanşist ve intikamcı olmayacakları”nı tekrarlayan Başbakan’ın, göz göre göre bütün bu haksızlık ve hukuksuzlukları “yargının işi” geçiştirmesinde olduğu gibi.
Aslında “balkon”daki teminatlarına karşı, “Cadı avıysa cadı avı” çıkışıyla her fırsatta söz konusu operasyonlara arka çıkan Cumhurbaşkanı’nın, “Bu bir yargı süreci. Kayyumu tayin eden yargı, inanıyorum ki elinden geleni yapacak” sözleri, hukuksuz baskıların ve baskınların süreceğinin sinyaliydi.
Siyaset artık bu anafordan çıkmalı. Evvela siyasî iktidar çatışmacı üslubu terk etmeli, kıyıma son vermeli. Başbakan’ın taahhüd ettiği, “kavganın, kutuplaşmanın olmadığı, herkesin birbirine barış içinde selâm verdiği yeni bir Türkiye” için, kapsayıcı, kucaklayıcı, bütünleştirici tavır sergilemeli.
“Mesajlar” sözde kalmamalı. Tırmanan terör sarmalından “çözüm süreci”ne, ekonomiden sosyal adâlete, Suriye meselesinden bölge sorunlarına yığılı devasa iç ve dış problemlerin çözümü, sistemin demokratikleşmesinden, yargının bağımsızlığı/tarafsızlığıyla hukuk ve adâletin inşasından geçer. Aksi halde, kısa süren “bahar havası” kaybolur, kargaşa avdet eder, ülkeyi kara bulutlar kaplar.
Şehit cenâzeleriyle terör devam ederken, “teröre destek” iddialı hukuksuz baskı ve baskınlarla zulme varan haksızlıkların devamıyla sosyal barış büsbütün tahrip olur…