Yeni KHK’larla, binlerce, on binlerce kamu personeli sorgusuz-sualsiz, yargısız uzaklaştırılıp ihraç edilirken, en üst düzeyde çarpıcı çelişkili çıkmazı ortaya koyuyor.
Meselâ Cumhurbaşkanı, “Zaman zaman bazı şeyler söyleniyor, ‘Efendim mağdurlar var.’ Kusura bakmayın mağdur falan yok. Niye yok? Yargı, kolluk kuvvetleriyle birlikte burada samimî davrandığı sürece, burada mağdur yoktur. (...) Burada bazı yanlışlar, hatalar olmuyor değil, o da olabilir, doğrudur; fakat unutmayın ki benim 241 şehidimin, 2 bin 194 gazimin hesabını kim verecek?” diye konuşuyor.
Ve bu birkaç cümlelik ifâdelerinden tenâkuzlar ortaya çıkıyor: Birincisi; “Burada bazı yanlışlar, hatalar olmuyor değil, olabilir, doğrudur” beyânı, yanlışların, hataların ve mağdurların olduğunun ikrarı.
İkincisi; “fakat unutmayın ki benim 241 şehidimin, 2 bin 194 gazimin hesabını kim verecek?” suali, daha soruşturması sonuçlanmamış, on binlerin peşinen haksız ve hukuksuz isnadlarla “darbeci” diye yaftalanıp suçlanması anlamına geliyor.
“Fitne” imiş!
Başbakan, “FETÖ ile mücadele”den bahsederken, her fırsatta soruşturmaların ve “darbe girişimi’nin AKP’deki siyasî ayağı”na dair iddialara sert çıkıyor.
Grup toplantısında “Hiç kimse FETÖ’nün oyununa gelmesin. FETÖ AK Parti teşkilâtları ve diğer partiler içinde de tereddütleri ortaya çıkarmak için her türlü hileye, yalana başvuruyor” diye parti teşkilâtını uyaran Başbakan, “Neymiş, alt düzeydeki FETÖ’cüler tasfiye edilirken, siyasî gücü olanlar korunuyormuş; bu fitnenin ta kendisidir” çıkışıyla, bu konudaki araştırma–soruşturma taleplerini “AK Parti’ye ayar vermeye çalışmak” olarak eleştiriyor.
Vakıa şu ki, bugün “iltisak” ve “irtibat”la kapatılan 15 üniversite ile 1061 özel okulun büyük bir bölümü AKP iktidarında açılmış.
Keza kapısına kilit vurulan 35 sağlık kuruluşunun, mühürlenip bütün mal varlığına devletçe el konulan 129 vakfın, 1125 derneğin, 19 sendika ile 4262 özel kurum ve kuruluşun büyük ekseriyeti AKP devrinde açılmış.
Dahası, AKP’li belediyelerce bizzat belediye başkanlarının ikrarıyla arsa – arazî verilmiş. Milletvekilleri Pensilvanya’ya kadar gidip Gülen’i ziyaret etmişler. Çocuklarını bu okullara gönderip başkalarının kaydı için aracılık etmişler. Cumhurbaşkanı’nın “Ne istediler de vermedik!” tepkisi bunun en bâriz beyânı.
Özetle, AKP’nin içine uzandığı söylenen “darbenin siyasî ayağı”nın ortaya çıkarılıp sorgulanmasına yanaşılmazken, “AK Parti’den yüz bulamayan FETÖ’cüler soluğu diğer partilerde yer alıyor, diğer partiler kendi içinde de aynı temizliği yapmak zorundadır” diye garip bir biçimde muhalefeti “en çok destek”le suçluyor!
Kısacası, siyasette garabet üstüne garabet ekleniyor...
Hakka, hukuka ve vicdana sığar mı?
Mâlûm 100 binleri bulan mağduriyetlere ve haksızlıklara karşı iktidar cânibinden her fırsatta “itiraz komisyonları”nın kurulduğunu söyleyen hükûmet sözcüsü, kamudaki ihraçların sadece etrafa sorup soruşturmayla kalınmayıp bazı “ölçülerle/kriterler”le incelendiğini kaydediyor.
Ve bunların başında “Bank Asya ile düzenli malî ilişkisi var mı?; çocukları Gülencilerin okullarına gidiyor mu?” diye sözünü ettiği “somut kriterler”i sıralıyor.
Sormak lâzım; Bakan’ın sözünü ettiği Bank Asya BBDK’nin izni ile kurulmamış mı? Sahi, Hac parasını bu fâizsiz finans kuruluşuna yatırmalarını isteyen Diyanet mi “suçlu”, yoksa hacılar mı?
Yine mevzubahis sendikalardan meselâ Aktif-Sen’e onay veren İçişleri Bakanlığı veya bu sendikanın kurulduğunu öğretmenlere haber veren Millî Eğitim Bakanlığı, neden “suçlu” olmaz da, bu bakanlıkların tavsiyesi üzerine üye olanlar, çocuklarını kaydedenler suçlanır?
Sonra, bütün bu “kriterler” doğru olsa dahi, “Kandırıldık, aldatıldık; Rabbimiz ve millet bizi affetsin!” nedâmetiyle özür dilenirken, neden aynı “özür” milletten esirgenir?
Bunun hakka, hukuka ve vicdana sığan bir tarafı var mı? Anlaşılır iş değil…