“Çözüm süreci”nin başarısızlığa uğratılmasının en önemli sebeplerinden birinin, terör örgütü muhatap alınırken gerçek temsilcilerin dışlanması olduğu artık herkesçe kabul edilmekte.
Gerçek şu ki baştan beri siyasî iktidarın “Kürt sorunu”nu terör örgütü üzerinden algılayıp yürütmesi, “sürec”i bu hale soktu. Ortak meşrû zeminlerde bütün alternatiflerin, isâbetli tavsiyelerin ele alınması gerektiği ikazlarına rağmen, PKK’yı “Kürtlerin temsilcisi”, Öcalan’ı “Kürtleri lideri” ve Kandil’i/terör örgütünü “çözümün kilidi” görüp “sürec”i bu aktörler üzerinden lansesi süreci akamete sürükledi.
Öncelikle “sürec”in salt istihbarat servisi elemanlarıyla terör örgütü elemanları arasında ele alınması, hep İmralı’nın nazara verilmesi, terör tehdidini koz ve şantaj unsuru olarak kullanan terör örgütünün muhatap alınması işi açmaza itti. Bin senedir aynı inanç değerleri üzerinde milletin birliğini ve vatanın bütünlüğünü vatandaşlık ve kardeşlik ekseninde savunan milyonlarca Kürt vatandaştan sarf-ı nazar edilmesi “sürec”in başarısızlığının en başta gelen zâfiyetini oluşturdu.
Kısacası, kapsamlı demokratikleşme reformlarını, köklü zihniyet değişimini ve yapısal düzenlemeleri gerektiren etraflı ve köklü çözüm için bir tek terör örgütünün muhatap alınması, buna mukabil Meclis denklem dışı bırakılarak meselenin hükûmet – terör örgütü cenderesine hapsedilmesi çıkmaza soktu, sokuyor…
“KÜRTLÜK NÂMINA SÖZ SÖYLEYECEK…”
Oysa, terörün topyekûn tasfiyesiyle “Kürt meselesi”nin çözümünde kapsamlı çözüm için, “sürec”in milletin, millet irâdesinin temsilcisi Meclis’in uhdesinde ele alınması gerekiyordu.
Bu hususta Bediüzzaman’ın bundan 95 yıl önce belirlediği esaslar bugün için de yol gösterici. Emperyalist güçlerin Osmanlıyı parçalayıp taksim etme plânlarını yürürlüğe koydukları dönemde, Kürtler adına hareket etme iddiasıyla ortaya çıkan Kürt Şerif Paşa ile Ermeni Boğos Nubar Paşa arasında, Paris’te Osmanlıdan koparılacak “Kürdistan ve Ermenistan mukavelesi (anlaşması)” haberi üzerine, “Sâdât-ı Berzenciyeden Dâvâ Vekili Ahmed Arif” ve “Hizan Sâdât-ı Kirâmından İhtiyat Binbaşısı Muhammed Sıddık” gibi Kürtlerin temâyüz etmiş iki temsilcisiyle 7 Mart 1920’de İkdam gazetesine gönderip neşrettiği “Kürdler ve Osmanlılık” tavzihi, Kürtlerin inanç ve değerlerini tanımayıp millî vicdanlarına aykırı hareket edenlerin onların temsilcileri olamayacağını belirtiyor.
“Dört buçuk asırdan beri vahdet-i İslâmiyenin (İslâm birliğinin) fedakâr ve cesur hâdimi (hizmetkârı) ve taraftarları olarak yaşamış ve dinî an’anesine sadâkati gâye-i hayat bilmiş olan Kürtler, Kürt vicdan-ı millîsinin tahassüsüne (hissiyatına) muğayir (aykırı) hareket eden zevâtı da tanımazlar” cümlesi bunun ifâdesi.
Yine Bediüzzaman’ın 17 Mart 1920’de Sebilürreşad dergisinde yazdığı “Kürtler ve İslâmiyet” makalesinde, sağlam dindarlıkla inançlara bağlılık ve tatbik ciddîyetiyle “salâbet-i diniye asâleti sahibi” olarak nitelendirdiği “hakikî Kürtlerin, kimseyi kendilerine vekil-i müdâfi (müdafaa vekili, avukat, temsilci) kabul etmedikleri” tesbitiyle “Onların vekili ve Kürtlük nâmına söz söyleyecek, ancak Meclis-i Meb’usân-ı Osmaniyedeki (Osmanlı Meclisi’ndeki) mebuslar olabilir” beyânı, Kürtlerin gerçek temsilcilerinin milletin Meclisi olduğunu belirliyor. (Eski Said Dönemi Eserleri, 107-110)
ESAS MUHATAP MECLİSTİR, MİLLETİN VEKİLLERİDİR
Keza Bediüzzaman’ın “Eğer, Kürtlerin serbesti-i inkişâfını (maddî ve mânevî kalkınmanın yollarının açılmasıyla demokrasi ve özgürlüklerin geliştirilmesini) düşünmek lâzım gelirse, bunu Bogos Nûbar’la Şerif Paşa değil, devlet-i âliye düşünür.
Hülâsa; Kürtler, bu hususta kimsenin tavassut (aracılık) ve müdahalesine muhtaç değildirler” beyânı, Kürtlerin ve bölgenin problemlerinin çözümünde, devletten taleplerinde asıl merciin milletin Meclisi olduğunu teyid ediyor.
Özetle, “çözüm süreci”nde muhatap, Müslüman Kürtlerle diğer Müslüman unsurlar arasında ırkî -menfî hislerle iftirakı tahrik eden, Bediüzzaman’ın “bir-iki kulüpte toplanan beş-on kişiden ibâret” dediği müşterek değerlerden kopuk, milletle barışık olmayan ideolojik ve ötekileştirici marjinal örgütler değil; millettir, millet irâdesinin temsilcisi Meclis’tir.
Neticede, “çözüm” müzâkereleri, kapalı kapılar arkasında meçhul kalmamalı; Meclis’in gözetiminde olmalı, “yol haritası” kamuoyuna açıklanmalıdır. Mesele, sivil toplumla, topyekûn halkla, kanaat ve mefkûre sahipleriyle görüşülmeli; hangi siyasî görüşten olursa olsun milletvekilleri “süreç”ten bilgilendirilmeli ve görüşleri alınmalıdır.
Esaslı, mâkul, demokratik ve kalıcı “çözüm” yolu budur; barış, birlik ve kardeşlik ekseninde “çözüm”ün başarısı için bu yoldan gidilmeli…