Son iki yılda artan ve Trump’un tam destek vermesiyle tavan yapan İsrail’in pervasız zulüm ve saldırılarının amacı, Kudüs’ün İslâmî karakterini tahrip etmek; Mescid-i Aksa’yı bölüp işgalini genişletmek.
Tesbit şu ki, Kudüs-ü Şerif’te Hıristiyanların da, başta Ağlama Duvarı olmak üzere Yahudilerin de ibâdet mekânlarının ve alanlarının olmasına ve bu taksimatın asırlardır barış içinde kabul edilmesine rağmen, İsrail şiddeti arttırmakla iki devletli çözüme peşinen çomak sokup zorbalıkla Filistin’i tamamen ilhak peşinde.
Bunun içindir ki, Gazze’ye saldırıları sürdürüyor; en son BM kararlarına aykırı olarak Filistin topraklarında yeni yerleşim birimleri emr-i vakisiyle Filistin’i zoraki “Yahudileştiriyor.”
Mescid-i Aksa’nın altında kalıp kendilerine ait olduğunu söyledikleri “Hz. Süleyman mâbedi”ni ortaya çıkarmak iddiasıyla caminin altını korsan kazılarla oymanın peşinde.
Batı ve hatta İsrail medyasında açıkça belirtildiği üzere Filistin meselesinin kalbi Kudüs’ün statüsü değiştirilmek isteniyor.
Bu açıdan bir yandan Filistin, Ramallah ve Batı Şeria’ya sıkıştırılırken, diğer yandan Kudüs’ün ve Mescid-i Aksa’nın mevcut statüsü değiştirilip Yahudilere açılma emr-i vakileri dayatılıyor.
“İSRAİL’LE İLİŞKİLER DERİNLEŞTİRİLDİ
En son İsrail güçlerinin tam bir aymazlıkla Mescid-i Aksa’nın ibâdete kapatılıp kapılarına elektronik metal arama detektörleri yerleştirilerek dinî hassasiyetlerin kaşınmasının maksadı bu.
Yine İsrail’in Mescid-i Aksa’ya girişine 50 yaş sınırı getirip ibâdetin engellenmesinin ardından Harem-i Şerif’in çevresindeki cadde ve sokaklarda Cuma namazı kılan on bini aşkın Filistinliden 100’den fazla insanı yaralayarak şiddeti ve baskıyı tırmandırılmasının hedefi de bu.
Garip olan, Netanyahu’nun son Mescid-i Aksa provokasyonuna İslâm dünyasının ve İslâm İşbirliği Teşkilâtı Dönem Başkanı Türkiye’nin de yine hiçbir caydırıcı tavır koymaması.
Aslında Başbakan Erdoğan’ın İsrail Ordu Radyosu’na “Bizim İsrail’e, İsrail’in bize ihtiyacı var” çıkışıyla yeniden sinyaller çakıldı. (Israel National News, 1.12.15) Keza Cumhurbaşkanı olarak “İsrail’le işbirliğini ‘bölgenin gerçeği’; İsrail ile inşallah farklı bir noktaya gelinecek” temennisiyle yeniden İsrail’le ilişkileri derinleştiren sath-ı mâile girildi. (Gazeteler, 2.1.16)
İsrail televizyonu Kanal 2’de, “İsrail iki devletli çözüme yaklaşmıyor. Hamas terör örgütü değil, İsrail Mescid-i Aksa’yı kendi tasarrufu altına almaya çalışıyor” dediği günde, Türkiye ile İsrail karşılıklı büyükelçileri atayarak işbirliği tam gaz ilerletildi.. (Sabah, 21.11.16)
Hülâsa, 30 Ocak 2009’da Davos’taki “one minute” çıkışından ve 31 Mayıs 2010’daki Mavi Marmara kanlı baskınından sonra İsrail’in yoğunlaşan zulmüne karşı, İsrail’le ilişkiler daha da derinleştirildi. (Gaza TV News, 22.8.16)
ZULME KARŞI NE BİR NOTA, NE BİR İPTAL!
Garabete bakınız ki, Trump’ın Netanyahu’ya hitaben “Kudüs İsrail’in başşehri olmalı” sözünü sarfetmesi İsrail’i daha da şımarttı. Ama sırf “Gülen’i iâde edeceği” beklentisiyle bu gelişmelere karşı suskun kalındı.
İsrail’in, BM kararlarına ve uluslar arası hukuka aykırı olarak 10 bin yeni yerleşim birimi daha dikmesine Ankara’dan hiçbir ciddî tepki verilmedi.
Ve bu sırada Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) Gazze temsilcisinin tutuklanmasına, Türkiye Tel Aviv Elçiliği’nin “İsrailli yetkililerden bilgi istendiği”yle kalınıp “teğet geçildi”; ne bir nota verildi ve ne de bir yaptırıma gidildi. (AA, 13.2.17)
Özetle, kamuoyuna yönelik beylik lâfların, İsrail eleştiren söylemlerin aksine, Ankara, bu süreçte İsrail’le işbirliği anlaşmalarından bir tekini dahi iptal etmedi, iptal etmiyor; bir tanesini dahi askıya almadı almıyor; sadece söylem ve kınamayla kalınıyor.
Oysa Kudüs’ün ve Mescid-i Aksa’nın statüsünün değiştirilip “Yahudileştirilmesi” azgınlığına karşı İsrail’i zulmünden vazgeçirmek için etkili ve caydırıcı ciddî yaptırımlar gerekiyor.