Kayyım mârifetiyle televizyon ve gazetelerin kapatılması hukuksuzluğu “kayyımın görevleri” tartışmasını gündeme getirdi.
Evvela Anayasa’nın 26. maddesi, “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir” der. 28. maddesi, “Basın hürdür, sansür edilemez,. Basımevi kurmak izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlı değildir. Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır” esasını bildirir.
Peşinden de, “süreli ve süresiz yayın hakkı” başlıklı 29. maddesinde, “kanun, haber, düşünce ve kanaatlerin serbestçe yayımlanmasını engelleyici veya zorlaştırıcı siyasal, ekonomik, malî ve teknik şartlar koyamaz” şartlarını belirler.
“Basın araçlarının korunması”na dair 30. maddede ise “Kanuna uygun şeklide basın işletmesi olarak kurulan basımevi ve eklentileri ile basın araçları, suç âleti olduğu gerekçesiyle zapt ve müsadere edilemez veya işletilmekten alıkonulamaz” hükmü getirilir.
Bunun içindir ki, kayyım atanmalarıyla basın – yayın organlarının işletmelerine, matbaalarına el konulması ve yayınlara müdahale öncelikle Anayasanın ve basın hürriyetinin berhava edilmesidir…
HAK VE YARARLARI GÖZETMEK
Hukukçular, son kayyım dayatmalarının “kayyım atanması”yla ilgili kanuna da aykırı olduğunu bildiriyorlar.
Zira yasaya göre “kayyımın görevi’, atandığı şirketin zarar etmesini önlemek, işleyişini sağlayıp düzeltmek ve yargı süreci bittiksen sonra sahibine iâde etmek” olarak özetleniyor.
Buna rağmen, özellikle atanan kayyımların bunu atandıkları kurumlara ve medya organlarına “el koymak” olarak uygulayıp, ilk işlerinin yöneticileri ve çalışanları işten çıkarıp yerlerine iktidara yakın medyadan kişilerle doldurmaları, yayınları siyasî iktidar göre değiştirerek zarara ve tasfiyeye sürüklemeleri, tamamen kanunun suistimali olarak karşımıza çıkıyor.
Hukukçular, kayyımın şirketin denetimini veya idâresini yapabilme bilgi ve ehliyetine sahip ve tarafsız olması, denetimi ve idaresi sırasında tarafsızlığını bozabilecek tasarruflarda bulunmasına yol açabilecek özellikleri taşımaması gerektiğini kaydediyorlar.
Özellikle, hâkim veya mahkemenin, şirketle olan ilişkisi veya husumeti sebebiyle tarafsız olamayacağı anlaşılan birini kayyım olarak atamaması veya bu durumunu tespit ettiğinde kayyımın değiştirilmesine karar vermesi gerektiği belirtiliyor. Kısacası, kayyımın görevini tarafsız bir şekilde sürdürmek, şirketin yararlarını korumak ve hukuka riâyet etmek zorunda olduğu ifâde ediliyor.
Yine hukukçular “Kayyım idâresi, şirketin faaliyetlerinin durdurulması, sekteye uğratılması veya değiştirilmesi olmamalıdır. Yönetim kayyımı, şirketin hak ve yararlarını gözetmek zorundadır. Aksi halde, kayyımın hukukî ve cezaî sorumluluğu gündeme gelecektir” uyarısında bulunuyor...
ÇÖKERTMEK DEĞİL, DÜZELTMEK…
Sermaye Piyasası Kurulu eski Başkanı Doğan Cansızlar’ın, kayyımın şirketin faaliyetlerine aynen devam etmesini sağlamak zorunda olduğuna dair görüşleri de bu yönde.
Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Sami Selçuk’un, kayyımların yansız olması ve iddia ve savunma makamı ile bir ilişkisinin bulunmaması gerektiği tesbiti ise, kayyımın hukuk kurallarını ve kanunları istediği gibi eğip bükemeyeceğini, görevini hukuk içinde kalarak yapmasının zorunluluğunu ortaya koyuyor…
Hulâsa, “belli bir malın yönetilmesi veya belli bir işin yapılması için görevlendirilen kimse” olarak tanımlanan kayyımın asıl vazifesi, atandığı işletmeyi düzgün yönetmektir, içini boşaltıp batırmak değil.
Ne var ki, son dönemdeki kayyım atamalarının hukukî değil, siyasî bir sürecin sonucu olduğu ve yasada öngörülen çerçevenin dışına çıkıp “düzeltme” ve “ıslah” yerine “ifna”yı hedeflediği gözleniyor.