Astana toplantısı sonrası 23 Şubat’ta Cenevre’de başlayacak Suriye müzâkerelerinih, ateşkes, çözüm ve barışta “Astana süreci”nin tamamlayıcısı olması beklenirken, Ankara’nın çelişkili “Suriye politikaları”nın yeniden nüksetmesi, dağınıklığı bir defa daha açığa çıkarıyor.
Daha iki hafta önce Afrika dönüşü, “El Bab’dan aşağı derinlere inmemek lazım” diyen Cumhurbaşkanı’nın Trump’la telefon görüşmesi ve Trump’ın atadığı yeni CIA Direktörü Pompeo’nun Ankara’ya gelişi sonrası “Hedef, Münbiç ve Rakka” sözünü Körfez ziyaretinin ilk durağı Bahreyn’de tekrarlaması, 70’e yakın şehidin verildiği Fırat Kalkanı Harekâtı’nın belirsiz akıbetini ve Ankara’nın “Suriye politikaları”nda tutarlı bir stratejisinin olmadığını yine ortaya koyuyor.
Doğrusu, kamuoyundan gelen “Suriye bataklığına saplanmama ve tuzağa düşmeme!” ikazlarına ve hatta en son hükûmet sözcüsünün dile getirdiği “El Bab’dan sonra çekilme” irâdesine karşı Cumhurbaşkanı’nın yeniden “Rakka emr-i vakisi” fevkalâde düşündürücü.
456 KM UZAKLIKTAKİ RAKKA HEDEFİ!
İktidarın şimdiye kadarki söylemlerinin aksine kısa sürede u dönüşüyle yeniden Rakka’nın gündeme taşınması, Türkiye’nin hiçbir çıkarı ve önceliği olmayan ve tamamen bir Amerikan projesi olan “Rakka operasyonu”nu hedef alması, “Suriye politikası”nda Ankara’nın “akıntıya kürek çekerek başkalarının oyun plânıyla hareket ettiği” tesbitini teyid ediyor.
Bu bağlamda, altı buçuk aydır süren ve bunca şehit verdiğimiz operasyonda iki bin kilometrekare alanın ancak kontrole alınmasına karşı, askeri uzmanlar, Cumhurbaşkanı’nın sözünü ettiği 4-5 bin kilometrekarenin kontrolü için daha çok maddî ve mânevî zâyiat verileceğini belirtiyorlar.
Dahası, çoğu yabancılardan devşirilen, uluslararası ifşad şebekelerinin ve küresel emperyal güçlerin mamulü ve taşeronu örgütün on binlerce militanının, intihar saldırıları yapan gözü dönmüş binlerce canlı bombanın çekilip çöreklendiği Türkiye sınırından 456 kilometre uzaklıktaki Rakka’ya yapılacak askeri harekâtın neye mal olacağı bilinmiyor.
Oysa Ankara’nın da imza atıp deklare ettiği ve Cenevre’ye temel teşkil eden “Moskova mutabakatı”yla Suriye hükümeti ile muhalifler arasında ilân edilen ve Rusya ile Türkiye’nin garantör olacağı İran’la birlikte üç ülkenin himâyesinde yapılan “Astana, ateşkes ve terörle mücadele ile siyasi çözüm ve barış esasları”ı kabul edilmiş.
“ASTANA SÜRECİ”NİN ARKASINDA DURMALI
Ankara’nın bunun arkasında durmak yerine, harekâtın sürmesiyle bir başka ülkenin topraklarına müdahaleye devamının, BM’de ve uluslararası zeminlerde Türkiye’yi “işgalci” durumuna düşürüp “cephe ülkesi” ve “iç savaşın parçası” haline getireceği; ülkedeki tahribatın yaralarını yeniden deşerek yeni travmalarla kutuplaşma, çatışmalara sebebiyet verip kaosu tetikleyeceği belirtiliyor.
Bunun, hükümet sözcüsünün “Baştan beri büyük yanlışlarla dolu Suriye politikasını şimdi tâmir ediyoruz, düzeltiyoruz” dediği, Dışişleri Bakanı’nın “yegâne çâre” olarak sunduğu “siyasî çözüm”ü peşinen tasfiye edeceği belirtiliyor.
Daha da vahimi, “Astana ateşkes ve barış görüşmeleri”ndeki “ateşkes” ve beliren “barış ümidini akamete uğratacağı, kısmen yatışan fitne ateşini yeniden alevlendireceği, kargaşa bataklığından türeyen terörü yeniden azdıracağı kaydediliyor.
Ankara, kargaşadan çıkmanın tarihi fırsat hebâ etmemeli. Ateşkesi bozacak, barışı sabote edecek, çatışmayı ve iç savaşı yeniden alevlendirecek akıbeti meçhul oldubittilerden sakınıp, Suriye’nin ve bütün bölgenin barış ve istikrarını kalıcı kılacak projelere odaklanmalı.
Zira Suriye’nin tamamında çözüm, bütünlük ve barış sağlanmadan ne bölge terörden temizlenir ve ne de terörle mücadelede başarıya ulaşılır…