Ülkeyi kana bulayan terör dehşeti ve seçim hayhuyu vartasında şiddet, cinâyet, müstehcenlik, içki-kumar-uyuşturucu illeti, kötü madde bağımlılığı ile açığa çıkan ahlâkî erozyon ve dinî değerlerdeki zâfiyetle artan suç oranları üzerinde durulmadı, durulmuyor.
Oysa ekonominin bozulması, demokratikleşme, yargı reformu, inanç ve ifâde özgürlüğü, eğitim, siyasetin demokratikleşmesi, gelir dağılımı dengesizliği, sosyal adâletsizlik gibi problemlerin üstünde ahlâkî ve mânevî aşınma Türkiye’nin kanayan gerçek yaralarının başında geliyor.
Bir yandan toplumun içinde dolaşan canlı bombaların patlatılmasıyla her defasında onlarca, yüzlerce insanımız katledilirken, diğer yandan mânevî terbiye eksikliğiyle sokaklara, evlere, insanların kafa ve kalplerine düşen bombalar milyonların canını yakıp mahvediyor, mânen öldürüyor.
Öncelikle Meclis araştırmalarıyla, Emniyet raporlarıyla gençliği ve insanımızı zehirleyen “dehşet tablosu” alkol ve madde bağımlılığının Türkiye’de bir artık bir “felâket” haline geldiği, okulların kapılarına dayanan esrar-eroin ve diğer maddelerin yaygınlaşması tehlikenin boyutlarını gösteriyor.
SUÇTA YÜZDE 400 ARTIŞ!
Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün 5 Ocak 2015 tesbitlerine göre, işlenen suçlarla orantılı olarak, yıllık yaklaşık yüzde 8, son 12 yılda yüzde 300 artışla hükümlü ve tutuklu sayısının 59 binden 152 bine ulaşmasıyla cezâevleri dolup taşmış.
Suç oranlarında yüzde 400 artış olmuş. Uyuşturucu, hırsızlık ve adam öldürme suçları yüzde 600’lük artışla rekor kırarken, kadın cinâyetleri yüzde 1.400’ü aşmış.
Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi Başkanlığı’na bağlı Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi’nin (TUBİM) çok sayıda kurumla işbirliği sonucu hazırlanan 2014 raporuna göre, uyuşturucu kullanımı ve bağlılığı bir yıl içinde yüzde 17, bonzai kullanımı yüzde 38 artış göstermiş.
Kısacası, son 10 yılda en çok gençleri ve çocukları vuran içki ve uyuşturucu üretimi ve kullanımı yüzde 140’lara varmış. Buna bağlı sebeplerle 648 kişi ölmüş. Uyuşturucu ticareti, kumar, sanal kumar gittikçe yaygınlaşıyor. Çeşitli sivil ve resmî kuruluşlar toplumun topyekûn kolektif cinnet ve suça sevk ettiğinden yakınıyor. Âcilen mücadele edilmesi ve tedbir alınması çağrısında bulunuyor.
Yine Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) istatistiklerine göre, sadece yıl içinde evlenenlerin sayısında bir önceki yıla göre yüzde 0.1, en vahimi de boşananların sayısı yüzde 4.5 artmış. Ve bu boşanmaların yüzde 40’a yakını evliliğin ilk 5 yılında, yüzde 21.8’i ilk 6-10 yılında olmuş. Bu durum, toplumun temeli âilenin ne denli büyük bir tehditle karşı karşıya olduğunu gösteriyor.
Ancak en çarpıcısı, başdöndürücü “yerli” ve yabancı popüler dizi sağanağında ekranlarda müstehcen görüntülerle âile mahremiyetini hiçe sayan marjinal çarpık ilişkilerle ahlâkî çöküntüyü derinleştirdiği, çocukların hassas körpe zihinlerin psikolojik gelişimlerini bozduğu, müstehcenliği, şiddeti özendirmekle gençliği-nesilleri mânevî dejenerasyona uğrattığı, toplumun ruh ve mâneviyat dünyasını bombalayıp felç ettiği eleştirilerine karşı, yetkililerin garip savunmalara başvurmaları…
TAHRİBATA BİGÂNE…
Son on yılda kamuoyunda şiddet ve müstehcenliği tervic eden yayınlardan, televizyonlarındaki dizi filmlerden şikâyetler ayyuka çıkarken, her defasında siyasî iktidarca milletin başındaki bu felâket hafife alınıp sanki iktidarda değillermiş gibi çeşitli söylemlerle savuşturuldu. İnsanlığın “en cemiyetli merkezi ve en esaslı zenbereği” âile hayatının bozulmasına hiçbir ciddî tedbir alınmadı.
Daha da çarpıcısı, siyasî iktidarın dizilere teşvik vermek ve ihracını kolaylaştırmak adına çalışmalar başlatması. Serâpa zararlı yayınların mânevî tahribatını nazara almadan, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na göre, Ortadoğu ve Balkanlar’dan Pakistan’a, Vietnam’a uzanan 75 ülkeye ihraç edilen, birkaç film şirketinin zenginleştiren 70’in üzerinde dizi filmi ihracı ve satışıyla “Amerikan dizileriyle yarışıyoruz” diye övünmesi. Cumhurbaşkanı’nın “Latin Amerika gezisinde Türk dizilerinin İspanyolca’ya çevrilmesi konusunda çalışmalarda bulunacağını” açıklaması. (Gazeteler, 10.2.15)
Özetle, son 10 yılda sorumlular, fecaate karşı hep “kuru kınamalar”la iktifa ettiler. “İletişim merkezi”ne gelen şikâyetleri toplamakla yetinen RTÜK, kamuoyunun infialini dindirmek, gazını almak kabilinden göstermelik “uyarı”yla yetindi. RTÜK’ten sorumlu Başbakan Yardımcısı, “RTÜK üzerinde bir etkisinin olmadığı”nı söyleyip, “Yapımcılar toplumun hassasiyetlerini dikkate almalı” tavsiyeyle, “TV’nin diziyi ‘kendiliğinden kaldırması’ düşünülebilir” nasihatiyle kaldı.
Sandıktan hangi netice çıkarsa çıksın, Türkiye’nin öncelikle bu kanayan müzmin yarayı tedavi etmesi, etkin, köklü, netice alan maddî ve mânevî çârelerini bulması gerekiyor…