Filistin Yönetimi’ne bağlı Doğu Kudüs’te İsrail’in azgınlığının artması, İsrail’in Mescid-i Aksa’ya baskınları, yıkım faaliyetleri gibi ayyuka çıkan haksızlıklar ve hukuksuzlukların “büyük ve dehşetli bir fitne planı”nın parçası.
Gerçekten İslâm dünyasının dağınıklığından istifade ile 5 Haziran 1967´de başlayan 6 Gün Savaşı savaşında ani baskınlarla Arap ülkelerinin hava kuvvetlerini bütünüyle tahrip edip Ürdün, Suriye ve Mısır topraklarının bir kısmını işgal ederek sınırlarını dört kat genişleten İsrail’in Kudüs’ü işgal edip başkent ilanıyla pervâsızlaşan zulmü Filistin meselesini daha da çıkmaza sokuyor.
Bilindiği gibi geçen asırda Ortadoğu’daki krizler ve çatışmalar, bundan tam 101 yıl önce 1916’da Birinci Dünya Savaşında ecnebilerin Osmanlı’ya ve İslâm dünyasına “parmak karıştırması” olan gaddarâne Sevr muâhedesi”nin versiyonu “Sykes-Picot anlaşması”yla patlak verdi.
Avrupa zâlim hükûmetlerinin zulümleriyle, âlem-i İslâma ve merkez-i hilafete (Osmanlıya) ettikleri ihânet” ve “devlet-i İslâmiyenin nurunu söndürmek niyetiyle müthiş bir su-i kast” diye takbih ettiği 10 Ağustos 1919’da imzalanan Sevr Muâhedesiyle Osmanlıyı yıkma ve Müslüman halkları tefrika planı”nın alt yapısı oluşturuldu. (Kastamonu Lahikası, 17; Şuâlar, 619)
KUR’ÂN’IN HÜKMÜNÜ TASDİK…
Bölgede, emperyalist sömürgecilerin güdümünde ufatılmış Sünnî-Şîi “uydu devletçiklerin, krallıkların, emirlikler”in ihdasıyla mezhebî ve etnik tefrika fitnesinin tohumları ekildi. Müslüman coğrafyayı küresel güçler arasında taksim eden menhus planla Filistin toprakları İngiliz emperyalizmine bırakılması, Siyonistlere taahhüd edilen İsrail’in temelleri atıldı.
Bu “plân”ın, Hadis-i Şeriflerde “arz-ı Şam” olarak târif edilen, Yahudilerin “ard-ı mev’ud” iddiasıyla hedefledikleri Nil ve Fırat-Dicle arasındaki toplumların parçalanıp çeşitli mezhebi ve etnik ayrımlarla birbirinden koparılma tefrika fitnesinin devamı olduğu ortada.
Bediüzzaman’ın tefsiriyle, “Onlar yeryüzünde hep bozgunculuğa koşarlar. Allah ise bozguncuları sevmez” (Mâide Sûresi: 64.); “Sen Yahudîleri, hayata karşı insanların en hırslısı olarak bulursun.” (Bakara Sûresi, 96); “İsrâiloğullarına Tevrat’ta şöyle bildirdik: ‘Siz yeryüzünde iki kere fesad çıkaracaksınız’” (İsrâ Sûresi, 4); ve diğer âyetlerin hükmüyle, “Yahudi milletinin hayât-ı içtimâiye-i insâniyede (insanlığın sosyal hayatında) (…) mahrum kaldıkları ve dâimâ zulmünü gördükleri hükûmetlerden ve gâliplerden intikamlarını almak için her çeşit fesad komitelerine karışan ve her nevi ihtilâle parmak karıştıran yine o millet olduğunu ifade ediyor.” (Sözler, 366)
Vakıa şu ki, İsrailoğullarının Mısır’da Firavunların zulmünden kurtaran Hz. Musa’ya hıyanet etmeleriyle kırk yıl yurtlarına dönememe İlâhi cezâyı almaları, yine bir ululazm Peygamberi Hazret-i İsa (as) putperestlik ve şirke karşı mücadelesindeki tevhid davasına destek vermek yerine karşı çıkmalarının cezâsı olarak MS. 66 yıllarında Roma İmparatorluğuna isyan etmeleriyle Romalılar tarafından topraklarından sürülmeleri, 1290’da İngiltere’den kovulmaları, 1306’da Fransa’dan, 1492’de İspanya’dan, 1497’de Portekiz’den büyük katliamlardan geçirilerek sürülmeleri Kur’ân’ın bu hükmünü tasdik ediyor.
BİRLİK ŞUURUYLA…
Ve 350 milyon Arap âlemi ve iki milyarlık İslâm dünyası ortasında sekiz milyonluk İsrail’in engellenememesi ve geçen asırlardaki gibi “tokat” yememelinin sebebini yine Kur’ân’ın “Onlara zillet ve meskenet damgası vuruldu” (Bakara, 61) âyet-i celîlesinin bir nüktesi”ni beyânla tefsir eden Bediüzzaman’ın, “Yahudi milleti hubb-u hayat (aşırı dünya sevgisi) ve dünyâperestlikte ifrat ettikleri için, her asırda zillet ve meskenet tokadını yemeye müstehak olmuşlar. Fakat bu Filistin meselesinde; hubb-u hayat ve dünyaperestlik hissi değil, belki (bilakis) enbiyâ-yı Benîisrailiyenin (İsrail oğullarının peygamberlerinin) mezâristanı olan Filistin, o eski peygamberlerin kendi milliyetlerinden bulunması cihetiyle, bir cihette bir ehemmiyetli hiss-i millî ve dinî olmasından, çabuk tokat yemiyorlar. Yoksa, koca Arabistan’da az bir zümre hiç dayanamayacaktı, çabuk meskenete girecekti” (Şuâlar, 435) izâhıyla Yahudilerin yeniden dünyaperstlik hissiyle zulümlerini arttırmalarına mukabil Müslümanların “dini hisler”le birlik ve bütünlük şuuruyla karşı çıkmalarının sonlarını getireceğini işâret ediyor.
Bunun içindir ki, İslam dünyasının ve Ankara’nın hiçbir işe yaramayan kınamalarla ve yakınmalarla kalmayıp etkili yaptırımlarda bulunması gerekiyor.