Çözüm süreci”nde Kandil’den peşpeşe gelen “özerklik” şartlı terörle tehdit ve şantajlar, özel dershanelerden sonra yurt dışındaki özel okulların kapatılması söylemleriyle sun’î başkanlık ve sistem tartışmaları gürültüsünde el altından “başka işler” kotarılıyor.
En son ekonominde kriz sinyalleri ortasında işsizlik rakamlarının vahim boyutlara vardığı vartada Cumhurbaşkanı’nın “faiz lobisi” söylemleriyle faiz ve döviz yükselirken bir katılım bankasının yönetimine el konulması karambolunda Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerin kat kat arttığı ortaya çıkıyor.
Bilindiği gibi en son İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı (İHH) Bülent Yıldırım, AKP iktidarında Ankara’nın İsrail’i âdeta kayıran çarpıcı ifşaatları olmuştu. 10 kişinin kişinin katledildiği, 60’tan fazla kişinin yaralandığı ve 700 sivilin günlerce esir edildiği Türk Bayraklı Mavi Marmara yardım gemisine saldırıyı Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) götürdüklerini belirten İHH Başkanı, “İlk defa UCM, Afrika ülkelerinin dışında bir beyaz ülkeyi hem de dünyayı yöneten bir ülkeyi, Siyonizm’i yargılıyordu. BM İnsan Hakları Komisyonu kararları vardı. Bu komisyonun kararları bağlayıcıydı. Çünkü Güvenlik Komisyonu’nun aldığı karar neticesinde bu komisyon harekete geçmişti ve orada yüzde yüz İHH’yı haklı, İsrail’i haksız görmüştü. İsrail’i mahkûm edebilirdik. Kanunen bunun imkânı vardı ve bunu BM’ye taşıyabiliyordu. O zaman İsrail hükümetinin hepsini, askeriyenin hepsini yargılayabiliyorduk. Ama Türkiye bir oyuna geldi, mahkeme kararını, bilgi ve belgeleri ACM’ye göndermedi” ifşaatında bulunmuştu..
TİCARETİN ARTMASI
İHH Başkanı ayrıca, Gazze ablukasının sürdüğü ve Erdoğan’ın her fırsatta İsrail’e yüklendiği süreçte, İsrail askerlerinin postallarıyla girip tahrip ettikleri Mescid-e Aksa’ya saldırıların sürdüğü süreçte, BM İnsan Hakları Komisyonu’nda Türkiye’nin İsrail ile güçlü ilişkisi olan bazı bürokratlar vasıtasıyla Türkiye’den temsilcisinin bulunduğu “Pomer komisyonu”nda Filistin halkına çok büyük bir haksızlık yapıldığını ve ablukanın hukukî olduğunu savunduğundan yakınmıştı.
Ancak İHH Başkanı’nın ifşaatları bununla kalmamış; “Doğalgaz anlaşmaları el altından yapılıyor, birtakım şirketlerin bu anlaşmaların içinde yer alıyor, bazı bürokrat ve siyasilere ortaklıklar teklif ediliyor, kapalı kapılar ardında kuruluyor, İsrail’le ticaret hacminin artıyor; ve bütün bunlar İsrail’e şunu söyletiyor: ‘Biz istediğimizi parayla satın alabiliriz” diye İsrail’le kapalı kapılar ardında ortaklıklar kurulduğunu dile getirmişti. (Radikal, 24.1.15)
İsrail’le ticaretin arttığı, öncelikle bizzat Gümrük ve Ticaret Bakanı’nca teyid edildi. Meclis’te MHP Adana Milletvekili Seyfettin Yılmaz’ın sorusuna cevap veren Bakan, Türkiye’nin İsrail ile olan ticaret hacminin son 11 yılda 5 kat artığını belirtti. 2003 yılından bu yana Türkiye ile İsrail arasında gerçekleştirilen ithalat ve ihracat rakamlarını verip, “Türkiye 2003 yılında 687 milyon 943 bin 633 TL değerinde bin 628 çeşit ürün ithal ederken, bu karşın aynı yıl 1 milyar 608 milyon 789 bin 855 TL değerinde 4 bin 416 çeşit ürün ihracatı gerçekleştirdi” açıklamasında bulundu. (Gazeteler, 19.12.14)
Ve çok geçmeden Ocak ayı sonunda ekonomi gazetecileri ile bir araya gelen İsrail İstanbul Başkonsolosu Shai Cohen, “Hükumetler arasındaki siyasî krize rağmen Türkiye ile İsrail arasındaki ticaret büyüyor” açıklaması, Türkiye’nin AKP iktidarında İsrail’le savunma sanayi, silâh alımı ihâlelerinin yanısıra ekonomik ilişkilerinin artan boyutunu gösterdi.
SÖYLEMLERİN AKSİNE…
Gerçek şu ki, Cohen’in, Tel Aviv ile Ankara arasındaki siyasi krize rağmen karşılıklı ticaretin arttığına ve özel sektörün ve şirketlerin iş yapmaya devam ettigini kaydeden İsrail Başkonsolosu, “2007’de iki ülke arasındaki ticaret hacmi 2,8 milyar dolar idi. Tutar 2014 sonu itibarıyla 5,5 milyar dolara ulaştı. Türkiye ile karşılıklı ticaret hacminin iki senede yüzde 25’ten fazla bir artış gösterdi” sözleri, bu dönemde Ankara ile Telaviv arasında imzalanan “ekonomik mutâbakat zabıtları”yla İsrail’le süregelen işbirliğinin boyutlarını ele veriyor.
İsrail Başkonsolosu’nun hizmet sektörü ve yatırımlar da dikkate alındığında İsrail’le Türkiye ilişkilerinde rakamın daha da büyüdüğünü kaydedip, ticaretin yanı sıra, bölgesel ekonomik işbirliklerine de gidilebileceğini” dile getirmesi ve özellikle enerji, su yönetimi, doğalgaz çıkarma, finans ve bankacılıkta işbirliği yapılabileceğini bildirmesi, karşılıklı sert söylemlerin aksine, siyasî samimiyetsizliği deşifre ediyor.
Bir yandan kamuoyu önünde İsrail’e “one minute gibi sert söylemlerde bulunulurken, diğer yandan Ankara’dakilerin kuru kınamalarla geçiştirip, İsrail’e etkili-caydırıcı yaptırımlarda bulunmaması, stratejik işbirliği ve anlaşmaları iptali bir yana daha da ilerletilmesi, siyasî iktidarın her fırsatta övündüğü “stratejik derinlikli dış politika”nın iç yüzünü açığa çıkarıyor…