Yine yoğun iç ve dış gündemin karambolunda İsrail’le tam gaz süren ilişkiler ve işbirliği sürecinde Ankara’nın Telaviv’le kotardığı “Mavi Marmara anlaşması”nın vahim sonuçları oldu.
Bilindiği gibi, her fırsatta İsrail’e karşı tepkinin örneği olarak gösterilen mâlum “one minute” çıkışının ardından AKP iktidarında Ankara, İsrail’le her türlü ekonomik, ticarî, savunma sanayii anlaşmalarını, silâh alımı ihâlelerini sürdürdü. “Nükleer silâh sınırlandırılması”nı kabul etmeyen İsrail’in Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) üyeliğini onayladı. Tek Müslüman üye olarak Türkiye’nin vetosunu kaldırdı ve İsrail, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’ne (OECD) alındı.
Bununla kalınmadı, Türkiye’nin “blokajını çekmesi”yle Telaviv’in uzun yıllardır peşinde olduğu NATO üyeliğinin önü açıldı; İsrail’in Brüksel’deki NATO karargâhında temsilcilik açıp askerî tatbikatlara katılması sağlandı. Ayrıca İsrail’le istihbarat işbirliğine gidildi.
Keza kapatılan Suriye kapısı yerine İskenderun’la İsrail’in Hayfa şehri arasında ro-ro seferleri başlatıldı. Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nin hortumladığı bütün ülke halkının ortak malı petrolünün, son “tefrika referandumuna” arka çıkan İsrail üzerinden dünya piyasalarına satılmasına aracılık etti.
Ancak en büyük kırılganlık, 31 Mayıs 2010’de İsrail askerlerinin Gazze’ye insânî yardım malzemesi taşıyan Türk Bayraklı “Mavi Marmara” gemisine uluslar arası sularda saldırdığı kanlı baskınla on vatandaşımızın katledildiği Mavi Marmara katillerinin sorgulanıp yargılanması dâvâlarından resmen vazgeçilmesi oldu.
“İSRAİL’E CEZÂÎ - HUKUKÎ SORUMSUZLUK”!
Zira Resmî Gazete’nin 1 Eylül 2016’da yayınlanan 6743 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti ile İsrail Devleti Anlaşması”nın ilk maddesinde, İsrail askerlerinin Mavi Marmara için toplam 20 milyon Amerikan dolarının “tazminat olmayıp bağış olduğu” peşinen deklare edilirken, “İsrail hükûmetinin, hiçbir cezâî ve hukukî sorumluluk taşımayacağı” teminatı veriliyor.
Ve dördüncü maddede ise, “İsrail ve Türkiye, her iki taraf olarak, biri diğerine ve diğerinin temsilcilerine hukukî veya diğer hiçbir sorumluluk yüklememek üzere anlaşmışlardır. Taraflar, bu anlaşmanın bir itiraf veya taraflardan birine veya temsilcilerine karşı özel hukuk ve cezâ hukuku açısından bir sorumluk yüklemesi olarak yorumlanmayacağında anlaşmışlardır” kaydıyla maktullerin âilelerinin Türkiye’de açtıkları cezâ dâvâları dahi tasfiye ediliyor; Mavi Marmara katliamı mağdurlarının açacağı dâvâları engelleniyor.
Böylece, hiçbir resmî belgede yer almadığı halde, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Erdoğan’a telefondaki “üzüntüsü”, “özür” olarak propaganda edilirken, “İsrail’le normalleşme”nin üç şartından biri olan Gazze’de İsrail saldırıları devam ederken, İsrailli sorumlulara verilen cezâlar hükümsüz kılınıp, “Mavi Marmara katillerine hiçbir suretle sorumluluk yüklenmeyeceği” güvencesi veriliyor.
Özetle, daha önce “terör devleti” denilen İsrail’le ilerletilen “işbirliği ve dostluk” hesâbına “her hâlükârda, İsrail temsilcileri ve vatandaşlarına karşı, Türkiye eliyle veya her gerçek kişi veya tüzel kişi tarafından, Türkiye’de direkt veya dolaylı olarak daha önceden açılmış veya açılacak özel hukuk ve cezâ dâvâlarından dolayı, İsrailli saldırganların her türlü sorumluluktan tamamen muâf oldukları ve ibrâ edildikleri” peşinen kabul ediliyor.
İSRAİLLİ KATİLLERİN KURTARILMASI…
Nitekim, sözkonusu “anlaşma” ile “İsrail’in aleyhine açılan cezâ ve tazminat dâvâlarından cayılıp İsrailli katiller kurtarılırken, İsrail’e dâvâ açma hakları ellerinden alınan maktul yakınları ve mağdurların İsrail yerine devletleri aleyhine dâvâ açmaları garabeti sergileniyor.
“Anlaşma”yla, “İsrail cezâevinde depresyona girdim” diyen mağdurlardan nezâketsiz ifâdelerle rapor talebi ayıbı işleniyor. Vatandaşların, İsrail askerlerince silâh kabzasıyla darp edilip, günlerce gözaltında işkence görmeleri, uğradıkları maddî ve mânevî mağduriyetleri belgelemeleri çarpıklığına başvuruluyor. (AA, Karar, 26.10.17)
Ve Hazine avukatının, şehidlerden birinin âilesinin açtığı dâvâdan ve saldırıda yaralanan, gözaltına alınan yardım gönüllüsünün psikolojisinin bu olay dolayısıyla bozulmayacağı ihtimalini gündeme getirip, BM İnsan Hakları Konseyi Uluslararası Vak’a İnceleme Heyeti’nin 27 Eylül 2010 tarihli raporunda “kabul edilemeyecek ölçüde gaddarca”, “inanılmayacak ölçüde şiddet içeren” “insan hakları hukukunu ciddi şekilde ihlâl edilmiştir” tesbitlerinde bulunduğu katliâmın etkilerinin araştırılmasını istemesi skandalıyla kamuoyunun vicdanını yaralanıyor.
Hûlâsa, sırf, İsrail’le derinleştirilen ilişkilerle “Mavi Marmara anlaşması”nın zarar görmemesi uğruna bir dizi çarpıklık sergileniyor…