Kanlı “darbe girişimi”nin akabinde düğmeye basılıp kamuda, sivil toplumda onbinleri aşan gözaltılar devam ederken, Millî Eğitim’den Emniyet’e, Meclis’ten Diyanete, Başbakanlıktan bakanlıklara 60 bine kamu görevlinin işten el çektirildi.
Mâlum daha evvel mahkeme kararı olmadan onbinlerin çalıştığı fabrikalara, birçok şirkete, firmaya, medya organlarına, özel okula, üniversiteye, hastanelere devletçe ya kayyım atanmış veya el konulmuştu.
Gelinen vetirede, OHAL ilânının ardından ilk Kanun Hükmünde Kararnâme (KHK) ile daha ilk günde önceden hazırlanmış ve bir kısmı medyada servis edilen “listeler” üzerinden, geniş kapsamlı bir tasfiye furyası devam ediyor.
Ve 35 sağlık kurumu hastane ve tıp merkezinin kapısına kilit vuruldu, 19 sendikanın tabelası söküldü. Zaten önemli bir kısmına kayyım atanan ve el konulan 15 özel vakıf üniversitesi ile anaokuldan ilkokula, ortaokuldan liseye 934 özel okul ve eğitim kurumu kapatıldı. 109 öğrenci yurdu ve 104 vakıf ve dernek mühürlendi…
YARGISIZ İNFAZLA PEŞİN SUÇLAMA!
İlk KHK’nin ilk maddesinde, “kapatılan kurum ve kuruluşlar”ın listeleri eklenmiş. Sırf bu kurumlarda çalıştıkları için onbinlerce öğretmen, öğretim üyesi, doktor, sağlıkçı ve çalışanın açıkta kaldığı belirtilirken, “darbe girişimi” ile alâkası olmayan yüzbinlerin daha şimdiden mağdur edildiği görülüyor.
Bununla kalınmıyor, KHK’nin ikinci maddesinde vakıf yükseköğretim kurumlarının, özel sağlık ve öğretim kuruluşlarının, öğrenci yurtları ve pansiyonların, vakıf ve dernekler ile iktisadi işletmelerin ilgili bakanlıklarda bakan tarafından oluşturulacak komisyonun teklifi üzerine bakan onayı ile kapatılacağı kaydediliyor.
Keza kapatılan vakıfların her türlü taşınır ve taşınmazları ile mal varlığı, alacak ve hakları Vakıflar Genel Müdürlüğüne devrediliyor. Yine kapatılan vakıf yükseköğretim kurumlarının sağlık uygulama ve araştırma merkezleri ve kapatılan diğer kurum ve kuruluşlara ait olan taşınırlar ile her türlü mal varlığı, alacak ve hakları, Hazineye bedelsiz devrediliyor.
Ve tasfiye yargı mensupları ile bu meslekten sayılanları ve bütün kamu görevlilerini içine alıyor.
Özetle, “darbe girişimi”ne katılanların, fiilî, maddî ve mânevi destek verenlerin ötesinde, peşinen yargısız infazla “suçlu” ilân edilen bütün “yapılar” topyekûn itham edilip operasyona tabi tutuluyor.
“İMKÂNAT BAŞKADIR, VUKUAT BAŞKADIR”
Ne var ki, mevzubahis “darbe girişimi”yle hiçbir alâkası olmayan, tamamen habersiz ve hatta şiddetle bu câniyane ve vahşiyane hunharca kalkışmaya karşı olan kitleleler sorgusuz sualsiz aynı kategoriye sokularak gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, hak kazanıp hayatlarını verdikleri mesleklerinden atılıyor, haksızlıklara, baskılara, gadre mâruz kalıyor.
Oysa insanların fikirlerinden dolayı “potansiyel suçlu” kabul edilmesi, İslâm hukukuna da, medenî hukuka da aykırı. Zira Bediüzzaman’ın beyânıyla, “İmkânat (olabilecek) başkadır, vukuat (olan) başkadır. Herbir fert, çok adamları öldürebilmesi mümkündür. Bu imkân-ı katil cihetiyle mahkemeye verilir mi? Herbir kibrit bir haneyi yakması mümkündür. Bu yangın imkânıyla kibritler imha edilir mi?” hakikatindeki adâletle suçlu suçsuz ayrımının mutlaka yapılması gerekiyor. (Tarihçe-i Hayat, 193)
Çünkü bu durum, insan haklarına, hukuka ve öncelikle Bediüzzaman’ın “Hiçbir günâhkâr başkasının günâhını yüklenemez (En’am 164)” âyetine yaptığı tefsirle “Birisinin hatâsı ile başkası, partisi, akrabası, taraftarları, aşireti, mesul olmaz” İlâhî ölçüsüne aykırı olmakla, “tarafgirâne adâvetle (düşmanlıkla),” suçsuz-günâhsız mâsumların suçlanıp haksızlığa uğratılmasıyla sosyal barışı zir-û zeber eder. Fitnelere, bâdirelere, kargaşa, kaosla daha vahim ve dehşetli zulümlere sebebiyetle bir câninin yüzünden pek çok mâsumları zarara, zulme, haksızlığa uğratırr (Emirdağ Lâhikası, 38, 450)