Devleti hataları için ikaz ederken, elbette terör örgütünün vahşeti ve terörü mâzur gösterilemez ve teğet geçilemez. Lâkin örgütün gaddarlığı devlet adına hukuk dışılığa da gerekçe olamaz.
Asıl olan, çağdaş demokrasi ve hukukun belirlediği, Türkiye’nin de taraf olduğu uluslar arası insan hakları sözleşmeleri ve Anayasada teminatını alan fikir ve ifâde hürriyetine alabildiğine serbestiyet vermek, buna mukabil teröre, silâhlı eyleme asla müsamaha göstermemektir.
En son Bilim Akademisi’nin yazılı açıklamasında yer alan “Elbette ki şiddet ve terör, insanlığa, yaşama hakkına, temel hak ve özgürlüklere yönelik açık ve ağır bir saldırıdır. Şiddet, kin ve nefretin demokratik bir toplumda mâzur gösterilmesi, savunulması, övülmesi ya da teşviki söz konusu değildir. Ancak demokratik toplumların özgürce biçimlenmesini sağlayan ve basit ya da yansız düşünce açıklamaları dışında eleştirel nitelik taşıyabilen ifâde özgürlüğüdür” ölçüsü esastır.
Dokuz yıl AİHM’de yargıçlık yapan Rıza Türmen’in tesbitiyle, “Düşünce ve ifâde özgürlüğü, olumlu düşünceleri değil, beğenilmeyen, inciten, şoke eden düşünceleri de kapsar.” Zira “Düşünceyi ifâde edebilmek, düşünceyle ne ifâde edildiğinden daha önemlidir.”
“FİKİR VE SÖZ HÜRRİYETİ VERİLSE…”
Aslında AİHM kararları da, şiddet olmadığı takdirde “en aykırı” düşüncenin dahi serbestçe ifâdesini ve eleştiri sınırlarının alabildiğine geniş olmasını esas alır.
Bunun içindir ki, hukukçular, AYM’nin 16 Nisan 2015 tarihli bireysel başvuru içtihadı ve AİHM’nin 15 Ekim 2015 tarihli kararına atıfla, “görüşleri her ne kadar rahatsız edici veya azınlıkta olsa da ifâde özgürlüğü her vatandaş için olduğu kadar bilim insanları için de en temel özgürlüktür” diyorlar.
Bu açıdan, 1128 akademisyenin imzaladığı “bildiri” için, Yargıtay eski Başkanı Sami Selçuk’un “Yargıtay’ın kararları da AİHM doğrultusunda, suç oluşturmayan, suça teşvik etmeyen, hakaret içermeyen bütün düşünceleri toplumu rahatsız etse bile yayınlamak serbest. Akademisyenlerin bildirisinin bu bağlamda değerlendirilmesi gerekir” açıklaması kayda değer. (Özgür Düşünce, 16.1.16)
Bu bakımdan, insanî temel değerlere saldıran şiddeti, kin ve nefreti ihtiva etmediği, övüp teşvik etmediği sürece eleştirel boyutta kalan düşünce açıklamaları, ifâde hürriyeti çerçevesindedir.
Esasen, Bediüzzaman’ın Eskişehir Mahkemesi müdafaâtında belirttiği “Mâdem hürriyetin en geniş şekli cumhuriyettir. Ve mâdem hükûmet ise, en serbestî sûretini kabul etmiştir. Elbette hakiki ve kat’î ve reddedilmez kanaat-ı ilmiyeyi (ilmî – fikrî görüşleri), efkâr-ı sâibeyi (maksada uygun fikirleri, doğru sözleri) âsâyişe dokunmamak şartıyla, cumhuriyetin hürriyeti, o hürriyet-i ilmiyeyi istibdat (baskı) altına alamaz ve onu bir suç tanımaz…” beyânı, ifâde hürriyetinin en ileri ufkunu belirliyor. (Tarihçe-i Hayat, 204)
HANİ “CEBİR, ŞİDDET VE TEHDİT” ŞARTI?
Görünen o ki tartışma, mevzubahis “bildiri”nin muhtevası değil, imza atan akademisyenlerin Cumhurbaşkanı, hükûmet ve iktidar partisince “linç kampanyası”na mâruz bırakılması, YÖK ve savcılıklarca âdeta “cadı avı”yla “terör örgütünün propagandası”yla suçlanması üzerinde.
Bu garabetli hal, Bediüzzaman’ın bir asır önce 31 Mart sıkıyönetim mahkemesinde sorduğu “Fikir ve söz hürriyeti verilse, sonra da muaheze olunsa (azarlansa, tenkit edilse, suçlanıp sorgulansa), acaba bîçâre milleti ateşe atmak için bir plân olmaz mı?” sorusunu sorduruyor. (Divan-ı Harb-i Örfî, 49)
Oysa dönemin Başbakan Yardımcısı ve hükûmet sözcüsü, Amerika’da katıldığı bir programda “2013’teki yeni düzenlemeyle propaganda suçunun oluşabilmesi için, cebir, şiddet veya tehdidin meşrû gösterilmesi, övülmesi veya teşvik edilmesi ölçütü getirildiği”yle övünmüştü.
Dahası, “Sayın Öcalan’ demek suç olmaktan çıktı. PKK’nın kendine ait bayrağını elinde taşımak, Öcalan’ın posterini taşımak suç olmaktan çıktı. Hatta ‘Türkiye’nin sistemi böyle olmalıdır; eyâletler, demokratik özerklikler falan filân…” Bunların hiçbirisi artık suç değil. Geçmişte bu suçlamalarla cezaevinde yatanların hepsi çıktı. Düşüncelerini, fikirlerini açıklamaktan ve bunu basın yayın yoluyla yapmaktan dolayı kim varsa cezalarını erteledik; artık bundan dolayı dâvâ açılmıyor” demişti. (a.g.g.)
Terör örgütü hiçbir değeri tanımayabilir; ancak demokratik hukuk devleti iddiasındaki bir ülkede Anayasa ve beynelmilel esaslarca teminat alınan insan haklarına, hukuka saygı gösterilmesi, kötü muameleden, hak ve hürriyetleri ihlâlden sakınılması hukuk devletinin birinci şartıdır.
Zira düşünceyi ifâdenin engellenmesi, şiddete ve teröre iter. Terörle topyekûn mücadelede başarının, demokratikleşme ve hukuk içinde milletçe barış ve bütünlüğün yolu özgürlükten geçer…