OHAL kapsamında peşpeşe çıkarılan her KHK ile gözaltı, tutuklama, açığa alma ve ihraç dalgalarının tsunamiye dönüşüp, büyük haksızlıklara, kutuplaşma ve gerginliklere sebebiyet verdiği, artık iktidar medyasında da seslendiriliyor.
Hiçbir yargı kararı olmadan “MGK’ca ‘terör örgütü’ veya ‘silâhlı terör örgütü’ olduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut irtibatı” belirleyen “kriterler”in hukukun temel kurallarına açık aykırılığı tartışılıyor.
Hükûmet cânibinin, “kimseye haksızlık yapılmayacağı, adâletli davranılacağı, kurunun yanında yaşın da yanmayacağı, suçlu ile suçsuzun ayırt edileceği” vaadiyle, “uzaklaştırma ve ihraç işlemlerinin komisyonlarca, özenle doğru karinelere ve belirtilen kriterlere uygun olarak yapılacağı” taahhüdüne karşı, ileri sürülen “kriterler”in asılsız iddialarla, haksız suçlamalarla istismar ve çarpıtmalara teşne olduğu ortada.
Furyaya dönüşen “soruşturmalar”daki “kriterler”le suçlu - suçsuz herkesi aynı torbaya dolduran topyekûn suçlamalar insanları ciddî travmalara sürüklüyor ve haksızlıklar artarak devam ediyor.
“SORUŞTURMALAR”DA İSTİMAL VE İSTİSMAR
Hükûmet sözcüsünün, “açığa alma”, “ihraç etme” ve hatta “işe almalar”a ilişkin, “Bank Asya ile düzenli mâli ilişkisi var mı? Çocukları Gülencilerin okullarına gidiyor mu? Mesela Zaman ve Aksiyon aboneliği var mı? En önemlisi, sempatizanların değil, teşkilât üyelerinin kullandığı özel amaçlı ByLock programıyla teşkilâtın bilinen isimleriyle teması olmuş mu?” diye sıraladığı “soruşturma kriterleri” daha baştan hukukun temel kurallarını hiçe sayan haksızlık ve hukuksuzluklara açık kırılganlığı ele veriyor. (Hürriyet, Murat Yetkin, 31.8.16)
Nitekim, MİT tarafından sürdürülen çalışmalarda, haftalardır “FETÖ üyelerinin şifreli haberleşme ağı olarak kullandığı” ileri sürülen “ByLock” isimli sisteme girdiği iddia edilen 180 bin kişiden ancak 53 bininin girdiği, listenin üçte birinin “gerçek kullanıcı” olduğu, buna mukabil beş şifreli “Eagle programı”na giren 2 bin 500 gerçek kullanıcı tesbit edildiğinin ortaya çıkması, “en önemli kriter”in bile ne denli muallel, yanıltıcı ve güvenilmez olduğunu su yüzüne çıkarıyor. (a.g.g., 7.10.16)
Özetle, “somut” denilen “kriterler” alabildiğine haksızlık ve hukuksuzlukta istimal ediliyor. Zira “OHAL yetkileri” ve KHK paravanında 115 binden fazla personelin uzaklaştırılmasında, 59 bin 841 ‘nin memuriyetten çıkartılmasında, 40 binine soruşturma açılmasında bu “kriterler” baz alınmış.
Yine bu “kriterler”le 35 sağlık kuruluşuna, 65 bin öğrencinin okuduğu 15 üniversite ile 183 bin öğrencinin eğitim gördüğü 1061 okula, 800 yurda, 223 kurs-etüt merkezine kilit vurulmuş. 129 vakıf, 1125 dernek, 19 sendika ile 4262 özel kurum ve kuruluş mühürlenip devletçe bütün mal varlıklarına el konulmuş. 3 haber ajansı, aralarında çocuk kanallarının da bulunduğu 28 televizyon karartılmış. 29 radyo, 45 gazete, 15 dergi, 29 yayınevi kapatılmış.
“ADALET NÂMINA ZULÜM”
Oysa, hiçbir demokratik hukuk ülkesinde mahkeme kararı olmadan herhangi bir yapı, oluşum veya gruba “terör örgütü” tanımlaması yapılmaz. Kanunsuz olarak re’sen “suç” ve “cezâ” ihdas edilmez. Ve kanunlar geriye doğru işlemez.
Keza hukukun başta gelen esaslarından “masumiyet karinesi”yle “suçlu” olduğu mahkemece ispat edilinceye kadar herkes suçsuzdur. Yargılanmadan hiç kimse peşinen “suçlu” ilân edilemez.
Bundandır ki, tabelâlarında “TC MEB” yazılan, iktidardakilerin vaktiyle medhiyeler dizdiği özel okullara çocuklarını gönderdikleri, YÖK’e bağlı vakıf üniversitelerde öğretim üyeliği yaptıkları, iktidar partisi temsilcilerinin alây-ı vâlâ ile açılışlarına katıldığı finans kuruluşlarında işlem yaptıkları, kanuna göre faaliyet gösteren sendikalara üye oldukları için vatandaşların “terör örgütü üyeliği”yle suçlanmalarının hiçbir hukukî geçerliliği ve makuliyeti yoktur.
Bunun içindir ki, daha evvel suç olmayanı sonradan “suç” sayan, hukuku ve yasaları geriye doğru işleten, asılsız ihbarcılıkla jurnalciliğe fırsat tanıyan, kanunsuz cezalandıran, yargısız infaz eden ve “iltisak”-“irtibat”la her tarafa çekilebilen “soruşturma kriterleri”nin hukuka göre tâdil edilmesi lâzım.
Bediüzzaman’ın tesbitiyle, “Adalet hakikati ile herkesin hukukunu bilâtefrik (ayırım gözetmeksizin) muhafazaya sırf hak nâmına çalışılması” gerekir. Aksi halde, “adalet nâmına pek çok zulmedilir.” (Tarihçe-i Hayat, 487)