Referandum sürecindeki yanıltmalar, “hayır” diyecekleri “teröre destek”le itham eden ve “şehitlerin ‘evet’, darbecilerin ‘hayır’cı olduğunu” ileri süren çarpıtmalarla bitmiyor. Göz göre göre doğruları yanlış, yanlışları doğru gösteren cerbezeli yanıltmalara her gün yenileri ekleniyor.
Yanıltmaların başında, her fırsatta tekrarlanan “Meclis var, yargı var” demagojisi geliyor. Oysa “cumhur-başkanı”, tek başına çıkaracağı kararnamelerle Meclis’in kanun yapma yetkisine ortak oluyor; Meclis yegâne yasama organı olmaktan çıkarılıyor.
Cumhur-başkanının tek başına altı ay süreyle ilân ettiği OHAL döneminde çıkaracağı kararnâmeler yargı/Anayasa Mahkemesi’nce denetlenmiyor.
“Meclis var,” ama önemli ölçüde bizzat partili cumhur-başkanınca oluşturuluyor. Bu arada “cumhur-başkanı”, tek imzayla atayacağı üst düzey bürokratları “atayacağı kriterleri” de kendisi belirliyor.
Öncelikle, millet irâdesinin temsilcisi Meclis’in onayının temel argümanı olan güvenoyunun olmaması, gensoru ve sözlü sorunun kaldırılması, Meclis’e gelme zorunlulukları olmayan bakanların yazılı soru önergelerini cevapsız bırakmalarına karşı hiçbir hükmün konulmaması, Meclis’in hükûmet icraatlarını denetleme işlevini ortadan kaldırıyor.
Özetle, yürütmeyi tek başına uhdesine alan “cumhur-başkanı hükümeti”nin yasama mercii Meclis’e hesap verme zemini fiilen yok ediliyor.
“MECLİS’İ FESİH” DEĞİL “YENİLEME”!
Bu arada Magna Carta’dan bu yana demokrasilerde parlamentoların yaptığı bütçe hakkı Meclis’ten alınıyor. Zira mevcut sistemde hükûmetlerin bütçe taslağı mutlaka Meclis’in kabulünden geçer. Bütçenin Meclis’te reddedilmesi üzerine hükûmet “geçici bütçe” yapıp Meclis onayına sunar. “Cumhur-başkanlığı sistemi”nde ise Meclis’in bütçeleri kabul etmemesinin hiçbir hükmü kalmıyor. Saray’dan gönderilen bütçeyi Meclis’in kabul etmediği bütçe enflasyon rakamları yeniden değerlendirilerek yürürlüğe sokuluyor. Ve ikinci sene ve devamı senelerde Meclis’in reddi üzerine ne olacağı, bu durumun ne kadar süreceği bilinmiyor. Zira ilânihaye devamına sınırlama getirilmiş değil.
Diğer yandan iktidar mensuplarının zaman zaman parlamenter sistemde başbakanlığın ikilik meydana getirdiği iddiasıyla savundukları “partili cumhur-başkanı sistemi”nin yönetimdekrize varan siyasi bunalıma sebebiyet vereceği gerçeği gürültülü söylemlerle nazarlardan kaçırılıyor.
“Cumhur-başkanı”nın Meclis’te çoğunluğu elinde tutan partinin genel başkanı olması halinde listeye koyup seçtirdiği milletvekillerince nasıl denetleneceği, ayrı bir handikap
Bunun yanı sıra, ikinci tura kalan seçimlerde cumhur-başkanının Meclis’te azınlıkta kalan ana muhalefet ya da muhalefet partilerinden birinden seçilmesine mukabil, Meclis çoğunluğunun farklı partilerden oluşması durumunda “partili cumhur-başkanı” ile Meclis arasında telifi fevkalâde güç daha yaman bir “çift başlılık” krizine kapı açılıyor.
Böylece, iktidardakilerin her fırsatta “parlamenter sistemde başbakanlığın ikilik getirdiği ve yeni sistemde istikrar olacağı” iddiası çürüyor.
“TEK ADAMLIK’ DEĞİL, ‘TEK KİŞİLİK HÜKÜMET”!
En çarpıcısı, 18 maddelik değişiklik metni ortada iken, halkın yüzde 100’e yakın oyuyla seçtiği Meclis ancak beşte üç nitelikli çoğunlukla -360 oy- cumhur-başkanını yenileme kararını alabilirken, yüzde 51’le seçilecek cumhurbaşkanı Meclis’i dağıtmasına karşı, iktidar adına konuşanların hâlâ “cumhur-başkanının Meclis’i ‘feshetmesi’ yok, ‘seçimleri yenileme’ var” demagojisini ileri sürmeleri.
Bu arada “tek adamlık” tartışmasında, Başbakan’ın meydanlarda “Tek adamsa tek adam!” ve “Değişiklikler tek adam için değil, Erdoğan için yapılıyor” ikrarı da “tek adamlığın” itirafı.
Ve Cumhurbaşkanı başdanışmanlarının ekranlarda “tek adamlık” tesbitine karşı açık açık “tek adamlık’ değil ‘tek kişilik hükûmet” söylemi garabetini sergilemeleri.
Özetle, “cumhur-başkanlığı hükümet sistemi”yle Türkiye âdeta adı konmamış bir otoriterliğe savrulurken, medyatik çarpıtmalarla, sicilleri iyi olmayan “devlet ihâleli” kirli anketlerle, gerçekleri tersyüz eden hileli demagojik saptırmalarla Türkiye bir kez daha karambola getirilmek isteniyor…