Güneydoğu’da bazı ilçelerde peşpeşe konulan sokağa çıkma yasağında süren şiddetli operasyonlarda şehitler gelirken, ardı arkası kesilmeyen çatışmaların ortasında halk bezdiriliyor.
Başbakan’dan valilere, yasağın gerekçesi “bölgede kamu düzeninin tesisi için teröristlerin etkisiz hale getirilmesi, barikat ve hendeklerin bertaraf edilmesi” olarak gösteriliyor.
Her sokağa çıkmanın ardından acı bilânço vahameti gösteriyor. Bölge yanıyor; başta Diyarbakır’ın merkez ilçesi Sur ile Şırnak’ın Cizre ve Silopi, Mardin’in Dargeçit ve Nusaybin ilçeleri olmak üzere çatışmaların şiddetlendiği kentler âdeta yanıyor. Sokağa çıkma yasağıyla hayalet şehirler haline geliyor. Operasyon ve çatışmaların olduğu mahallerden sayıları 300 bine varan vatandaşın evlerini, işlerini terk ederek perişanlıkla başka yerlere göçtüğü, esnafın kepenk kapattığı haberleri bölgeden Ankara’ya bütün yurtta yankılanıyor.
Zira sözkonusu ilçeler ve birçok mahalli, aylardır terör örgütünün “kurtarılmış bölge” haline getirdiği, bazı mahallelerde “özerklik” ilân ettiği resmî ağızlarca duyuruluyor. Örgütün, barikatlar kurup, hendekler kazıp, altına yüzlerce kiloluk patlayıcı-mayın tuzakladığı ikrar ediliyor…
OPERASYONLAR ENGELLENMİŞ!
Herkes “Güneydoğu’da neler oluyor?” diye soruyor. Gerçekten bu vahim duruma nasıl düşüldü? Bilindiği gibi, Cumhurbaşkanı, TRT 1’deki programda “Çözüm sürecinde valilerimiz kendilerine verdiğimiz tâlimatlar gereği ciddî mânâda terör örgütlerine karşı şu andaki operasyonlara girmiyordu” diye, operasyonlara izin verilmediğini bizzat itiraf etmişti.
Ardından güvenlik güçlerinin istediği yüzlerce “operasyon talebi”ne izin çıkmadığı ortaya çıkmış; 2014’te sadece üç ilde (Şırnak, Hakkari ve Tunceli) 290 operasyon talebinde bulunulduğu, ancak 8’i için izin verildiği resmen bildirilmişti. (Hürriyet, 19 9.15) Ayrıca bölge illerinde görev yapan valiler, “süreçte terör örgütüne karışılmasın” tâlimatını aldıklarını açıklamışlardı.
Aslında, bölgedeki tugay ve kolordu komutanlıkları ile Genelkurmay Harekât Başkanlığı’nda kayıt altına alınan, Genelkurmay’da gizlilik hassasiyetiyle korunan “izin bildirimleri”nde, hangi ilde nereye, hangi saatte ve hangi amaçla operasyon izni istendiği en ince ayrıntısına kadar tek tek kayıtlı.
Daha önce kırsalda karakollarına baskınlar düzenleyen, şantiye basan, iş makinelerini, kamyonları ateşe veren, yol kesen, adam kaçıran, binlerce kişiyi örgüte militan yetiştirmek için dağa kaldıran terör örgütünün şehre inmesi, il ve ilçeleri “silâh deposu”na dönüştürmesi devletçe safha safha biliniyor.
Dönemin Başbakanının ifâdesiyle şehirlerde silâh/patlayıcı yığınağına göz yumuldu. Örgütün kentlerde timler kurup kimlik kontrolü yapmasına, vergi- haraç toplamasına, uyduruk “halk mahkemeleri” kurmasına, bayrak yakıp heykel dikip mezar açmasına, kamu binalarına ve karakollara saldırılarına, alan hâkimiyetine, sokakları ateşe vermesine seyirci kalındı...
OLAN MASUMLARA OLUYOR
Dahası, 1 Kasım seçimlerinin ardından “güvenlikçi politikalar”da yeni bir aşamaya geçildi. Son iki buçuk-üç senedir terörün şehre inip yuvalanmasıyla, silâhların depolanmasıyla âdeta “teslim” alınan ve silâhlı militanlarca kuşatılan mahallelerin-semtlerin “kurtarılması” gerekçesiyle bu kez ihdas edilen “özel güvenlik bölgeleri”nde örtülü “olağanüstü hal” oluşturuluyor. Şiddetli operasyonlara karşı şehirlerin ortasında günlerce süren çatışmalarla âdeta “savaş hali” yaşanıyor.
Haftalarca devam eden sokağa çıkma yasakları kargaşasında şehirler boşaltılıyor. Millî Eğitim’den bir mesajla öğretmenler “hizmet içi eğitim” adı altında süresiz izne çıkarılıyor, okullar kapatılıyor. Generallerin komutasında on binlerce güvenlik görevlisiyle, tanklarla, zırhlılarla şehirlere giriliyor, kamu görevleri bir nevi “savaş”a göre düzenleniyor.
Ve “çözüm süreci”nin günübirlik politik hesaplara feda edilip berhava edilmesi ile, olan iki ateş arasında kalan mâsum vatandaşlara oluyor. Bütün bir ilçe âdeta cezâlandırılıyor. Kutuplaşma derinleştiriliyor. Bölge halkı bölgeyi terke zorlanarak göz göre göre terör örgütün kampına itiliyor.
“Çözüm süreci”nin askıya alınmasının ardından, çatışmalarla, yaraların derinleşmesiyle “toplumsal kopuş”a, gönüllere barikat konulmasına, ayrışmaya âdeta psikolojik zemin hazırlanıyor. Aman dikkat!