“Kürt sorunu”nun demokratik zemine çekilmesinden rahatsız olan militanların muhatap alınmasıyla demokratik ortamın berhava edilmesi, çatışma ortamına sürükledi.
Güneydoğu’da bazı ilçelerde günlerdir sokağa çıkma yasağıyla şimdiye kadar emsali görülmeyen ağır çatışmalar ortasında halkın çoğu şehri terk etmiş, ediyor. Bölge, âdeta bir zamanların Lübnan’ına dönmüş, yanıyor. Kente inen terör, şehirleri ateşe veriyor. Şehitler veriliyor, siviller katlediliyor.
Kazılan hendekler, yalnız mahalleleri değil, insanları, gönülleri de ayırıyor; “uçurum” daha da derinleştirilerek tefrika tohumları ekiliyor. Teslim alınan mahallelerde her çatışma ve operasyonda ortalığın yakılıp yıkılarak “savaş alanı”na çevrilmesi, hendeklerin altından yüzlerce kiloluk patlayıcının çıkması, “çözüm süreci”ndeki temel yanlışları bir defa daha açığa çıkarıyor.
Gerçek şu ki, “Kürt sorunu”nun demokratik zemine çekilmesinden rahatsız olan militanların muhatap alınmasıyla demokratik ortamın berhava edilmesi, çatışma ortamına sürükledi.
SİLÂH YIĞINAĞINA SEYİRCİ
Hatırlanacağı üzere, 2011’de dönemin Başbakanı’nın özel temsilcisi ile MİT yetkililerinin Oslo’da “hakem-arabulucu devlet” İngiltere nezdinde PKK’nın Avrupa’daki temsilcileriyle dokuz maddelik “belge”yi imzaladığı müzâkerelerde, MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş, örgüt temsilcilerinden Sabri Ok’a, “Metropolleri bombalarla doldurdunuz, Türkiye’nin neresine ne kadar silâh ve patlayıcı yığdığınızı biliyoruz” demişti.
Yine hükûmet sözcüsünün, “PKK, ‘çözüm süreci’ni yeniden güçlendirip silâhlanmak, devrimci halk ayaklanması için uygun ortam amacıyla sinsice kullandı. Silâh zaten ellerinden hiç düşmedi, herşeyden haberimiz vardı” sözleri, hükûmetin istif edilen silâhları bildiğini ortaya koymuştu.
Keza 33 vatandaşın katledildiği Suruç katliâmının ardından AKP Genel Başkan Yardımcısı, “Devletin operasyon yapmadığı son iki buçuk yıllık süreçte örgüt her tarafa yığınak yaptı, terör estirdi, yol kesti, vatandaşları dağa kaçırdı; yirmi köy korucusu katledildi” diye konuşmuştu.
Bu arada, bölgedeki silâh yığınağı, Emniyet’in bir buçuk yıl önce MGK ve Bakanlar Kuruluna sunduğu, “PKK, 2013’ten beri ‘çekiliyoruz’ dediği dönemde Güneydoğu’da özellikle bazı ilçelerde KCK eliyle silâhlanmaya devam etti. ‘Şehir savaşına hazırlık’ için kentlerdeki evleri mühimmat deposuna çevirip 80 bin uzun namlulu silâhı sakladı” raporuyla belgelenmişti. (Sabah, 25.8.15)
Sonuçta, millet irâdesinin temsilcisi Meclis’ten, muhalefetten ve hatta iktidar milletvekillerinden kaçırılıp İmralı, Kandil ve Avrupa’daki uzantıları arasında kotarılan “çözüm süreci”nin yanlış yönetilmesiyle terör daha da azdırıldı. “Süreç” terör örgütünün “silâh toplama süreci” olarak istismar edildi. “İmralı tutanakları”ndaki “halk isyanı ve “şehir savaşı” için bombalar, roketatarlar, uzun namlulu silâh ve mühimmat depolandı.
Ve dönemin Başbakanının, “2013 yılında ‘bütün silâhlı unsurlar Türkiye’yi terk etsin’ dedik. Ancak geri çekilmenin aksine son iki yılda Türkiye’de yıkıcı yıpratıcı saldırılarını arttırabilmek ve savaş için ciddî yığınak yaptılar” ifşaatı, silâh yığınağına bile bile ses çıkarılmadığı ele verdi.
En son Cumhurbaşkanı bir televizyonda açık açık “Biliyorsunuz dağa kaçırılmış yüzlerce, binlerce çocuk var. ‘Çözüm süreci’ne ihânet ederek silâh stoklama süreci olarak değerlendirdiler, çok ciddî silâh stokladılar” ifâdesi bunun başka bir ikrarıydı. (AA, 6 .9.15)
MECLİS’İN UHDESİNDE VE NEZDİNDE…
Gelinen noktada, ne yazık ki hâlâ yanlışta ısrar ediliyor. Daha önce “Dolmabahçe mutâbakatı”nda hükûmet adına “masa”ya oturan Başbakan Yardımcısı Akdoğan’ın “Erdoğan’ı başkan seçtirmeme” ahdini veren HDP yönetimine, “Öcalan bunları sopayla kovalar” çıkışından sonra “İmralı’yla görüşmek için şartların olgunlaşması lâzım. Erdoğan karşıtlığı yapıyormuş gibi yapıp Öcalan’ı batırdılar. Öcalan’ı oraya diri diri gömdüler” yakınması bunun ifâdesi.
Bir iktidar partisi milletvekilinin Meclis Kürsüsü’nde HDP’lilere “Barışta İmralı’nın bile gerisinde kaldınız. Bu coğrafyada üç hedef var; Erdoğan, İmralı, Barzani” diye övgüler dizmesi bunun son tezâhürü.
Özetle, kapalı kapılar arkasında müşterek değerlerden kopuk, milletle barışık olmayan ideolojik marjinal terör örgütleriyle müzâkere, akıbetsiz vahim kargaşaya sebebiyet vermiş.
Oysa çârenin, bundan 95 yıl önce emperyal güçlerin Osmanlıyı parçalayıp taksim etme plânıyla dayattıkları dönemde ecnebi güdümlü mihraklara karşı Bediüzzaman’ın, “Kürtlerin vekili ve Kürtlük nâmına söz söyleyecek, ancak Meclis-i Meb’usân-ı Osmaniyedeki (Osmanlı Meclisi’ndeki) mebuslar olabilir” beyânıyla (Eski Said Dönemi Eserleri, 107-110) “çözüm süreci”nin millet irâdesinin temsilcisi Meclis’in nezdinde sivil toplumla, topyekûn halkla, birlik ve kardeşlik ekseninde mâkul, kapsamlı, köklü, kalıcı demokratikleşme reformlarıyla, yapısal düzenlemelerle ele alınması gerekir.
Aksi halde, adım adım “kopuş”a ortam hazırlanıyor…