“Cumhurbaşkanlığı sistemi”nde her fırsatta 18 maddelik değişikliklerin başında “yargının bağımsızlığı”na “tarafsızlığı” kelimesinin eklenmesi ileri sürülerek bir başka açıdan kamuoyu yanıltılıyor.
Referandum sürecinde, her defasında propaganda maksatlı “Meclis var” gibi “yargı var” deniliyor; lâkin yargının cumhur-başkanının uhdesine verilmesiyle doğrudan yürütmeye bağlanacağı vakıasının üstü örtülüyor.
Evvelâ, hâkim ve savcıları atayan yargının üst idârî kurulu Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) ile yüksek yargı büyük oranda cumhur-başkanına bırakılıyor. Cumhurbaşkanı, kurulun 13 üyesinden başta kurul başkanı ve yardımcısı Adalet Bakanı ve Müsteşarı ile birlikte 6’sını seçiyor. Keza Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) 15 üyesinden 12’sini cumhur-başkanı tek başına doğrudan atıyor.
Hatırlanacağı üzere, 2010 referandumunda da “yargının özgürleştirilmesi”yla bağımsızlığı ve tarafsızlığı vaad edilmişti. Gelinen nokta ortada.
Yargıtay Başkanı’nın yargıya güvenin yüzde 30’lara indiğinden, halkın yüzde 70’inin yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına inanmadığından yakınması bunun ikrarıydı.
YARGI DA “TEK KİŞİ”YE BAĞLANIYOR
Keza Meclis eski Başkanı’nın, “hâkimlerin görevlerinde bağımsızlığı, hiçbir organ, makam, merci veya kişinin yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve tâlimat veremeyeceği; genelge gönderemeyeceği, tavsiye ve telkinde bulunamayacağı” ibâresiyle mahkemelerin bağımsızlığını, hâkimlik ve savcılık görevini teminat altına Anayasanın 138. maddesinin “öldüğü” açıklaması bu gerçeğin ifâdesiydi.
Ne var ki “yeni sistem”le “ölmüştür” denilen yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığının üstüne kat kat toprak atılıyor.
Diğer bir yanıltma, “ilk kez cumhurbaşkanının yargılanmasının önünün açıldığı” iddiası. Oysa Meclis’te 360 oyla ancak açılabilecek soruşturmanın Yüce Divan görevini yapacak AYM’nin önüne gitmesi için en az 400 milletvekilinin oyu gerekiyor. Ve cumhur-başkanının üyelerinin beşte dördünü atadığı mahkemenin bağımsız ve tarafsız yargılama zemini daha baştan ortadan kaldırılıyor.
İşin garibi, yürütme gibi yasama ve yargının “tek kişi”nin uhdesine verilmesine “reform” çarpıtması yapılması. Halbuki,12 Eylül darbe anayasası ve sayıları 600’ü bulan darbeden kalma mevzuat duruyor. Ön seçim ve tercih sistemini yok eden, milletvekili aday listelerini genel başkanlara bırakan, yüzde 10 barajla “temsilde adâleti” tahrip eden ve hiçbir demokraside rastlanmayan, âdil olmayan darbeden kalma seçim ve siyasî partiler sisteminin tâdili, referandumda “evet” çıkması şartına bağlanıp öteleniyor.
Özetle, referanduma sunulan değişikliklerde yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı bütünüyle ortadan kaldırılıp siyasallaştırılıyor. Demokratik katılım meşruiyeti sağlayacak ve siyaseti demokratikleştirecek hiçbir düzenleme getirilmiyor. Yürütme gibi yargı da “tek kişi”ye bağlanıyor.
SOROS’UN ESKİ TEMSİLCİSİNİN “EVET” DESTEĞİ…
Bu arada “Terör örgütleri de ‘hayır’ diyor çarpıtması devam ederken birçok gerçek karartılıyor.
Dünyadaki “kadife devrim”leri organize ve finanse eden uluslar arası dolar spekülatörü Soros’un Açık Toplum Enstitüsünün Türkiye Başkanlığını ve “Soros Vakfı” olarak bilinen TESEV’in (Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı) temsilciliğini uzun yıllar yapan Can Paker’in, daha bir sene öncesinden “Başkanlık sistemi Türkiye’ye fiilen gelmiştir, bundan sonrası teferruattır, yapılacak tek şey, başkanlığı halkın önüne getirmektir” desteği (İsa Tatlıcan, Sabah, 23.11.2015); “Tayyip Bey’e ‘otoriter’ demek yanlış, son 20 yılda ne kadar değiştiğinin ben şahidiyim. Toplumun hangi yönde siyasi refleksleri varsa siyasetini onun üzerine inşa ediyor” medhiyesiyle peşinen “evet” sinyalleri vermesi nazarlardan kaçırılıyor. (Kübra Par, Gazete Habertürk, 20.1.17)