Türkiye’de gündem savrulması var. Daha gündemlerden biri bitmeden yeni bir gündem ortaya sürülüyor, gerçek gündem örtbas ediliyor.
Bunların başında geçen ay “Dolmabahçe mutâbkatı”yla ivme kazanan ve Öcalan’ın 21 Mart’taki “Nevruz mektubu” ile yeniden kamuoyuna deklae edilip büyük beklentiler oluşturulan “çözüm süreci”nin, karşılıklı “zehirleme” suçlamalarıyla resmen rafa kaldırılması geliyor.
Gelinen noktada süreç başta “özerklik” olmak üzere bütün boyutlarıyla bir başka bahara bırakılmış. Bu arada “sıkıyönetim yasası” olarak nitelendirilen, mülkî idâre âmirlerine savcı-hâkim, polise mahkeme kararı olmadan arama, tutuklama ve 48 saate kadar gözaltına alma yetkisi veren “iç güvenlik yasası”nın bütün uyarılara yine apar topar gece yarısı “operasyon”la çıkarılması, “çözüm süreci”nin hükûmetçe boşlandığını gösteriyor.
Garip olan, her defasında “iç güvenlik yasası” üzerinden tehditler savuran Kandil’den ses seda çıkmaması. Belli ki, süreç” buzdolabına konulmuş, seçime kadar “çatışmazlık- ateşkes” aracı olarak kullanılacak. Ara sıra “çözüm”ün lâfı edilecek, arada bir Kandil’den “Silâh bırakmayız!” tepkileri gelecek, “karşılıklı atışmalar yapılmakla kalınacak.
“BALYOZ” VE EKONOMİ
Bu arada, siyasî iktidarın bir zamanlar “vesâyetin kaldırılması” olarak lanse edip, kamuoyunda “darbelerle hesaplaşılıyor” diye propaganda ettiği “darbe davaları”, 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturması sonrası hükûmet cânibinin “Orduya kumpas kuruldu” çarkından sonra bir bir düşüyor.
Erdoğan’ın meydanlarda (eski) partisinin oylarını toparlamak hesâbına “milliyetçi mesajlar” verdiği vetirede, yerel mahkemenin Yargıtay’ın “mahkûmiyet kararı”na karşı “Balyoz”da sayıları 236’yı bulan tüm sanıklara “beraat kararı”, bunun son örneği.
Bir diğer garabet, seçim meydanlarında “darbecilerle mücadele edildiği” nutuklarından çark edilip, söz konusu “darbe haberleri”ni yapanların suçlanıp tutuklanması. Mahkemenin “darbe davaları”nı ihbar edenler hakkında “suç duyurusu”nda bulunmasıyla, “yargılama”nın tam tersine dönmesi. Meselenin “darbelerle mücadele”den “paralel devlet” yaftasıyla “darbecilerle ittifak” vahametine varması…
Diğer yandan ekonomik göstergeler sıkıntılı. Cumhurbaşkanı’nın ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı ile Merkez Bankası Başkanını hedef alan ve “vatana ihânet”le itham eden fırçalarıyla “doların ateşi”nin yükselmesi üzerine tetiklenen gerginlik her ne kadar “tatlıya bağlansa” da, kırılganlık devam ediyor.
Ekonomistler, ekonominin yönetilemediği, Türkiye’nin gün geçtikçe kan kaybettiği tesbitinde bulunuyorlar. Enflasyon yeniden çift rakamlara doğru yükseliyor, kışın geçmesine rağmen zam üstüne zamla özellikle gıda fiyatları katlanıyor. Vatandaşın kara listeye düşen tâkipteki kredi ve kart borcu yüzde 28.3 artarak 13.2 milyar liraya ulaşıyor.
Dünyada petrol fiyatlarının yarı yarıya düşmesine karşı bizde akaryakıt hâlâ çok pahalı. İhracat yüzde 13.4 düşüyor. Kur artışından sanayici kaybediyor. İşten çıkarmalar başlamış, işsizlik artıyor. Kayıt dışı hiçbir sosyal güvencesi olmadan 9 milyon kişinin çalıştığı belirtiliyor. Yatırım ve üretim yok. Ekonominin üzerinde döndüğü “sıcak para” çekiliyor. Büyüme beklentilerin çok altında kalıyor. Şirketlerin battığı, yabancı sermayenin kaçtığı medyaya yansıyor…
ÜST ÜSTE YIĞILI DURUYOR
Türkiye’nin gerçek gündemi, şüphesiz bunlarla bitmiyor. Yapımından sonra her gün Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın harcamalarına dar ortaya çıkan rakamlara hiçbir açıklama gelmiş değil.
Keza Çağlayan Adliyesi’nde rehine alınan savcının kurtarılamayarak katledilmesi, aranan bir teröristin uzun namlulu silâhla ve bombalarla İstanbul Emniyeti’ni taramaya kalkışması, güvenlik ve istihbarat zâfiyetini gündeme getiriyor.
Ne var ki, Türkiye’nin üst üste yığılan gerçek gündemi, seçime giderken Erdoğan’ın her gün 16-17 televizyonca canlı yayınlayan seçim ve siyasî rant hesaplı, “400 milletvekili” ve “başkanlık sistemi” politik polemikleriyle karartılıyor. Aynı saatlerde 80 ilde elektrik kesintisi karanlığının üzerinden günler geçtiği halde sebebinin bir türlü aydınlatılmaması gibi…