Ankara’nın “kırmızı çizgileri” aşama aşama aşılıyor. En son “kırmızı çizgi” ilân ettiği “Suriye Demokratik Güçleri”nin Fırat’ın batısına geçtiğine dair siyasî iktidardan garip teviller geliyor.
Cumhurbaşkanı ve Başbakan’dan sonra iktidar partisi sözcüsünün de “Bize gelen bilgiler, Fırat’ı geçen unsurların PYD olmadığı, daha çok Arap ve bölgede “koalisyon”la birlikte hareket eden gruplar olduğu yönünde” sözleriyle olup bitenlerin âdeta karartılıyor.
Oysa herkes biliyor ki, “Suriye Demokratik Güçleri”nin önemli bir kısmı Türkiye’den PKK’lıların da katıldığı PKK’nın Suriye kolu PYD’nin askerî kolu YPG militanlarından oluşuyor.
Ve tesbit şu ki, Türkiye, hârici ecnebi güçlerle bölgedeki yerel taşeronların sürdürdüğü “vekâlet savaşı”nda bir şey yapamıyor. Özellikle uçağının düşürülmesiyle uluslar arası zeminde eli daha da güçlenen BM Güvenlik Konseyi üyesi Rusya, Türkiye’nin yanıbaşında hava operasyonlarını sürdürürken, Türkiye sınır ötesi kara harekâtı bir yana hava harekâtına dahi yanaşamıyor.
En son Ezez’de onlarca TIR’dan oluşan yardım konvoyunun bombalanıp şoförlerin öldürülmesiyle, daha önce Bayır Bucak Türkmenlerine yaptığı insanî yardımları da yapamıyor.
Özetle, Rus uçağının düşürülmesinden sonra Türkiye’nin bölgede operasyon yapma imkânı kalmamış; göz göre göre “kırmızı çizgileri” çiğneniyor. Ankara, bölgede en çok Türkiye’yi zarar veren Suriye’deki kargaşa ve kaosa karşı eli kolu bağlı kalıyor.
Bundandır ki, “Fırat’ın batısına geçen güçlerin PYD-YPG güçleri olup olmadığı”nın belli olmadığı açıklamalarıyla bir “kırmızı çizgisi”nin daha çiğnenmesi karambola getiriliyor...
GÜNDEMDEN
Suriye’den tamamen tecrid
Aslında baştan beri Türkiye’yi Irak’ta olduğu gibi Suriye’deki küresel egemenlik ve çıkar savaşında istimal peşindeki başta ABD ve Batılı global güçler, Ankara’nın “Şam yönetiminin alaşağı edilmesi” ve “tampon-güvenli bölge” benzeri taleplerini nazara almadılar. En son BM bünyesinde hazırlanan “yeni Suriye plânı”nda da Türkiye’ye yer verilmedi.
Oysa ABD ve Rusya’nın yanı sıra BM Güvenlik Konseyi üyesi ülkelerle İran ve Katar gibi bölge ülkeleri görüşmelerde etkili oldular. Dahası “barış görüşmeleri”nde Ankara’nın ısrarla ileri sürdüğü “tezi”ne aykırı olarak “Şam yönetimi” de Dışişleri Bakanıyla “masa”da yer aldı.
Görünen o ki, Esad’ın “masa”da olmasına karşı, Türkiye ve -başta Türkmenler olmak üzere- Suriye’deki “vekil güçleri”, 25 Ocak’ta başlayacak IŞİD ve El Nusra gibi bazı örgütler dışında bütün tarafların katılacağı “ateşkes ve barış görüşmeleri”nde ve ardından oluşturulacak 18 aylık “ortak geçiş hükûmetinde de yer almayacak.
Kısacası, ufuksuz politikalar, Türkiye’yi bütün komşularla kavgalı hale getirdiği gibi Suriye’de tamamen tecritle izole edip yalnızlığa düşürmüş, akıbetsizlikle madden ve mânen kaybettiriyor...
GARABET
“Başkanlık” tenâkuzları…
Hatırlanacağı üzere, Başbakan, daha önce “önceliğimiz değil” dediği “başkanlık sistemi” için en son Aralık ayının ilk haftasında -5 Aralık’ta- Azerbaycan dönüşü gazetecilere uçakta “Bir kere Türkiye’nin birinci gündem maddesi bu değil” demiş; bu ifâdesi medyada yer almıştı.
Ancak, Aralık’ın son haftasında “yeni anayasa” tartışmaları kapsamında yeniden gündeme gelen ‘başkanlık sistemi’ ve ‘partili cumhurbaşkanlığı’ konusunda bu kez Başbakan’dan farklı bir açıklama geldi; “Bizim için en doğrusu başkanlık” diye o sözünü havada bıraktı.
28 Aralık’ta Sırbistan ziyareti öncesi, “Hep birlikte özgürlükçü bir anayasa yapmamız lâzım. Bize göre en doğru form başkanlık sistemidir” dedi. Nitekim,-30 Aralık’ta- anamuhalefet partisi genel başkanıyla yeni dönemdeki ilk “yeni anayasa” görüşmesinde, “Biz başkanlık sistemini doğru görürüz” diye konuştu. Görüşme sonrası AKP sözcüsü de “Başbakan’ın yeni bir yönetim modeli olan başkanlık sistemini gündeme getirildiğini” söyledi.
Doğrusu, bir ay içinde iktidar partisinde taban tabana zıt farklı açıklamalarla ortaya çıkan bu garabetli hal, siyasetin kendi mecrâsında akmadığı, hâriçten “ikaz” ve “telkin” altında bulunduğunu bir defa daha açığa çıkarıyor.
Peki, hâricî yönlendirme ve telkinlere mâruz bir siyaset, demokratikleşmeyi ne kadar başarabilir?
NELER OLUYOR
ODTÜ’de “mescid” saptırması
Geçtiğimiz günlerde ortaya “ODTÜ’de mescid” tartışması tetiklendi. Bir öğrencinin namaz kılanlara bağırmasına karşı küçük bir grupla çıkan kavga-arbede üzerine, özellikle iktidara yakın medyada yaman çarpıtmalarla “ODTÜ’de namaza saldırı” provokasyonu icâdıyla alevlendirildi.
Günlerce süren polemiklerde mesele öylesine bir raddeye getirildi ki, bir iktidar milletvekili, “Terbiyesizliğe müsaade etmeyiz; Cizre ve Silopi’ye girdiğimiz gibi ODTÜ’ye de gireceğiz!” dedi. Oysa üniversite kampüsünde caminin yanı sıra çeşitli fakültelerde ve yurt bölgesinde mescidlerin olduğu biliniyor.
Anlaşılan o ki, ülkenin onca meselesi varken; Rusya krizi, ekonominin kritik durumu, Türkiye’nin Suriye’de devre dışı kalması, bazı ilçelerin yangın yerine döndüğü Güneydoğu’da terörün şehre inip bazı mahallerde “şehir savaşı”yla sokak çatışmalarının sürdüğü, “özyönetim-özerklik” tartışmalarının devam ettiği, ardı ardına şehidlerin geldiği kargaşada, oluşturulan “sun’î gündem” tantanasıyla başka başka maksatlar güdülüyor.
Ortalığın velveleye verilmesi tahrikinde hedefin rektörü değiştirmek olduğu söyleniyor. Bu bahaneyle iktidar cânibince yakında süresi bitecek rektöre ağır eleştiriler yoğunlaştırılıyor.
Zira seçime girip YÖK’e bildirilecek altı isim arasında oy oranına bakılmadan YÖK üç ismi Cumhurbaşkanı’na sunacak ve oy oranına bakılmadan istenen isim atanabilecek.
Ve bu hesâbın, ortasından yol geçirilen ve gittikçe değer kazanan Ankara’nın merkezindeki ODTÜ arazisine el koyup rantı üzerine konmak, gökdelen, avm, rezidans yapmak olduğu belirtiliyor…
HAFTANIN SÖZÜ
“Kemalist devlet, PKK’yı Kürtlerin başına belâ etti.” İbrahim Güçlü (siyasetçi-yazar)
İBRET
“Bir câninin yüzünden pek çok mâsumların zararına rızâ gösteriliyor. Bir tek cinâyet yüz cinâyete çevriliyor.” Bediüzzaman