Merhum Başvekil Menderes, ilk evvel 4 Kasım 1951’de Bakanlar Kurulu kararıyla ilkokullarda din derslerini müfredat programına aldıklarını belirtir.
Ardından İzmir’de, “Şimdiye kadar baskı altında bulunan dinimizi baskıdan kurtardık. İnkılâp softalarının yaygaralarına ehemmiyet vermeyerek ezanı serbest bıraktık, mekteplere din derslerini kabul ettirdik, radyoda Kur’ân okuttuk” diye konuşur.
Akabinde Antalya’da, -daha sonra idam gerekçelerinden sayılan- “Eğer inkılâp kanunları bugüne kadar halk tarafından benimsenmemiş ise, jandarma zoruyla yürütülecekse, millî vicdanın hilâfına olan bu kanunları kaldırmak demokratik idârenin başta gelen vazifesi olmak icâb eder” sözlerini sarfeder.
Bundandır ki, çağımızın Kur’ân müfessiri Bediüzzaman, başta Menderes’e ve Demokratlara yazdığı mektuplarda, “Şimdi, Adnan Menderes gibi İslâmiyetin ve dinin icâplarını yerine getireceğiz” diyen Menderes’i “İslâm kahramanı” diye tasvip Demokratların mânevî hizmetlerini takdir eder.
Ve Menderes’in Konya nutkundaki, “Demokratlara mânevî kuvvet hükmüne geçmesi” için “Umum Nur talebeleri ve mektepli mâsum çocuklar nâmına yazacağı tebrik” yerine lâhikaya alır. 24.11.1924 tarihli Bakanlar Kurulunda müzeye çevrilen “Ayasofya’yı muzahrafattan temizleyip ibadet mahalli yapılarak beşyüz sene devam eden kudsî vaziyetine çevrilmesi” temennisini iletir. (Emirdağ Lâhikası, 318-9, 387)
“KAHRAMAN MİLLETİN EBEDÎ BİR MEDÂR-I ŞEREFİ…”
Kur’ân’ın müjdesiyle, “Elbette altıyüz seneye karib (yakın) mühim bir merkez-i hilâfet-i İslâmiye ve menbâı neşr-i ahkâm-ı Kur’âniye (Kur’ân hükümlerinin neşir kaynağı) ve Kur’ân-ı Hâkimin muazzam ordusunun merkezi olarak, Kur’ân’ın bayrağını dörtyüz sene kadar kâinata karşı gâlibâne tutan İstanbul’un fethi”nin sembolü Ayasofya’nın mânâ ve ehemmiyetini bildirir. (Rumûzât-ı Semâniye, 127)
Bundandır ki, “Kahraman bir milletin ebedî bir medâr-ı şerefi (şeref vesilesi) ve Kur’ân ve cihad hizmetinde dünyada bir pırlanta gibi pek büyük bir nişânı ve kılıçlarının pek büyük ve antika (eşsiz) bir yâdigârı” olarak “gâyet muazzam bir cami” diye tavsif ettiği Ayasofya’nın yeniden camiye çevrilip ibâdete açılmasını beklediğini beyân eder.
“Ankara’ya bu defa geldiğimin mühim bir sebebi, İslâmiyete ciddî taraftar Dâhiliye Vekili Namık Gedik’i görmek ve İslâmiyetin kahramanı olan Adnan Beye ve Tevfik İleri gibi mühim zatlara bir hakikati söylemektir” cümlesiyle başlayan lâhikada, o hakikati, “…Âlem-i İslâmı, hattâ bir kısım Hıristiyan devletlerini memnun etmek için, Ayasofya’yı müzahrafâttan (süprüntülerden, resimlerden, putlardan) temizleyip ibâdet mahalli yapmaktır” diye açıklar. (a.g.e., 449)
Gerçek şu ki, 417 sene Peygamber Efendimize (asm) ait mukaddes emânetlerin bulunduğu Hırka-i Saadet Dairesi’nde 24 saat Kur’ân-ı Kerîm tilâvetini, 46 senelik aradan sonra Ramazan’ın ilk gününe denk gelen -13 Temmuz 1980’de- yeniden başlatan Demirel ve hükûmetleri bu şerefe nâil olur. Demokratlar nâmına Bediüzzaman’ın bu temennisini tahakkuk ettirir.
Yine anlamlı bir tecelli olarak Bediüzzaman’ın Demokratlardan “Ayasofya dileği” de, Demokrat misyon dâvâsını devam ettiren Demirel Başbakanlığındaki DP’nin devamı AP hükûmetine nasib olur. 8 Ağustos 1980 Cuma günü Ayasofya Camii minarelerinden Ezân-ı Muhammedînin yeniden Hünkâr Mahfilinde ve Abdülmecid Mescidinde kılınan Cuma namazı ile Ayasofya’da 46 yıllık ibâdet hasreti kısmen de olsa sona erdirilir, Bediüzzaman’ın çağrısı gerçekleştirilir…
“MİNARE EZAN OKUMAK, CAMİ NAMAZ KILINMAK İÇİN VARDIR”
Esasen, 12 Eylül’den sonra ihtilâlciler tarafından Gelibolu Hamzakoy’da mecburî ikamete tabi tutulduğu günlerde Amerika’dan bir mektup aldığını söyleyen Demirel’in, “Bana bu hadise üzerine Amerika’dan birisi bir mektup yazdı. Ayasofya’da ezan okunmasını, Hünkâr Mahfilinde namaz kılınmasını tenkit etti. Ben de kendisine uzun bir mektup yazdım. Dedim ki: ‘Fatih Sultan Mehmed’in zabtettiği İstanbul’da 481 sene namaz kılınan bir camidir burası. Acaba 481 sene yapılanlar yanlış mıdır?’ Vakıf şartnâmesini de ilâve edip gönderdim” sözleri, bu konudaki çabasını ele veriyor…
Yine yıllar sonra (15-25 Kasım 1986) Yeni Nesil gazetesindeki mülâkatta, “Ayasofya’nın Fatih tarafından bir ‘vakıf şartı’ vardır. Başka bir maksatla kullanılamayacağına dair. İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmed, Ayasofya’yı cami yapmış. Fatih 26 kiliseden sadece 6’sını cami yapmıştır ki, Ayasofya onlardan birisidir. 481 sene sonra bunun bir hata olduğunu söylemek veya kabul etmek ne mânâ taşır ve kimi memnun eder? 481 sene sonra caminin müzeye çevrilmesinin hangi maksada hizmet ettiği anlaşılmamıştır. Bunun hem ‘vakfın şartı’na aykırı olduğu, hem de İslâmı incitici olduğu ileri sürülmüştür” tesbiti, Demirel’in Ayasofya’ya verdiği değer ve değerlendirmesini okutturuyor.
Merhum Demirel’in mânevî hizmetlerinin hakkında şefaate vesile olması duâsıyla…