Esasen, Osmanlı’nın son döneminde başlayan 150 yıllık çok partili meşrutî dönemde ve özellikle çeyrek asırlık tek parti devrinden sonra yeniden devam eden çok partili siyasî hayatta Ahrar-Demokrat partiler hep darbelere mâruz kalır.
Bundandır ki Bediüzzaman, “Ehemmiyetli bir hakikat ve Demokratlarla üniversite Nurcularının bir hasbihalidir” başlıklı mektubunda, “Eskiden nasıl Ahrarlar iki defa başa geçtiği halde, az bir zamanda onları devirdiler” tesbitinde bulunur. (Emirdağ Lâhikası, 271)
Daha önce “farmason ve İttihatçıların mason kısmına karşı milletle ittifak eden Ahrarları iki defa başa geçtikleri halde, az bir zamanda onları devirdikleri”ne dikkat çeker. “Eski partinin müfrit ve mason veya komünist mânâsını taşıyan kısmı”nın iki müthiş darbeyi Demokratlara vurmaya çalıştığı”nı haber verir.
İttihatçılar, evvelâ Şubat 1909’da Ahrar Sadrazam Kâmil Paşa hükûmetini düşürmek için, bir zırhlıyı Meclis’in hizasına getirirler. Birçok İttihatçı subay Meclis’e doluşup gözdağı vererek altmış kadar mebûsun Meclisi terk etmeleri sağlanır. Ve bu müdahaleyle rağmen Sadrazamlığı bırakmayan Kâmil Paşa alaşağı edilir.
“MİLLET ADINA” SAPTIRMASI
Ardından, Bediüzzaman’ın “az bir zamanda” dediği 23 Ocak 1913’de İttihatçılar “Bâb-ı âli baskını” olarak bilinen kanlı askerî bir darbeyle Kâmil Paşa hükûmetini devirirler. Harbiye Bahriye Nâzırı Nâzım Paşa ile yaverini ve Sadaret yaverini orada katlederler. Sadrazam Kâmil Paşa’yı ikinci kez silâh zoru ile istifâ ettirirler. Enver Paşa, tabancasını Kâmil Paşa’ya dayar, “Millet sizi istemiyor” der; ve Kâmil Paşa “Hangi millet?” diye sorar…
İbret vericidir; kendilerine “halâskâran-ı zâbitan (kurtarıcı subaylar)” ismini veren ihtilâlcilerin “memleketi inkırazdan (buhranla zevalden) ve pençe-i izmihlâlden (çöküş ve yok oluştan) kurtarma” uydurmasıyla Ahrarlara dayattıkları iki ihtilâlde olduğu gibi, Demokratlara vurulan iki darbe de “uçurumun kenârına gelen ülkeyi kurtarma” paravanında vurulur.
Enteresandır, “ordu” paravanında cuntanın millet irâdesini gaspla Demokratlara dayattığı darbelerde hep “millet sizi istemiyor” uydurması sergilenir. Bu garabet, 27 Mayıs 1960’ta merhum Menderes’in Demokrat Parti ve 12 Eylül 1980’de Demirel’in Adalet Parti hükûmetlerinin devrilmesinde de ileri sürülür. “Darbe bildirileri”yle Anayasalarının dibâcesinde, “Türk milleti adına yönetime el koyup darbe yapıldığı” ve “milletin mevcut iktidarı istemediği” isnadı derc edilir.
Demirel darbecilerin” millet adına” saptırmasını şu muhavereyle anlatır: “Eski sadrazam Yusuf Kâmil Paşa Dolmabahçe Sarayına gelmiş. Mütercim Rüştü Paşa yeni sadrazam. Yusuf Kâmil Paşa ona gayet ağır, elfaz-ı gâliza sayılacak kelimelerle hakaret etmiş. ‘Bir fitne-i meş’umu yeniden yeşerttiniz’ demiş. Rüştü Paşa cevaben ‘Millet böyle istiyor’ diye karşılık vermiş. Kâmil Paşa’nın cevabı, “Kime sordunuz da millet böyle istiyor diyorsunuz?” (Kâzım Güleçyüz, Süleyman Demirel, İslâm, Demokrasi, Laiklik, 209)
“DARBELERİN SORUMLUSU” ÇARPITMASI
Gerçek şu ki, tıpkı 27 Mayıs’ta oluğu gibi 12 Eylül darbesi öncesinde de, darbecilerin ikrarıyla anarşi ve kargaşa tahrik edildi. Dönemin İkinci Ordu Komutanı’nın itirafıyla “ihtilâlin olgunlaşmasına zemin hazırlanır.” Demirel’in Başbakan olarak komutanlara her türlü imkân ve yasal destek-güvence ve sıkıyönetime rağmen, sağ-sol kavgası körüklendi. Ortalık ateşe verildi, bombalamalarda ve çatışmalarda beş bin gencin öldürülmesine fırsat verilerek kaosla darbeye ortam oluşturuldu…
Onca tertip ve komploya rağmen 1979 ara seçiminde AP’nin beş senatörden beşini alıp genel seçimlerde tek başına iktidarını önlemek için 12 Eylül 1980 darbesi tezgâhlanır. “İhtilâl Konseyi Genel Sekreteri Haydar Saltık’ın “Bu ihtilâl yapılmasaydı, yapılacak seçimlerde AP (yine) tek başına iktidara gelecekti” ikrarı bu açıdan oldukça anlamlı.
Neticede, yakın siyasî tarihte Ahrarlara-Demokratlara dayatılan bütün darbe ve ara dönemlerde gösterilen “gerekçeler”, kamuoyunu yanıltan bahaneler ve yalanlar olduğu her haliyle sırıtıyor.
Zira sözkonusu darbeler ve muhtıralar öncesinde ülke ekonomisi düzeltilmiş, yokluklar, kuyruklar ortadan kaldırılmıştır. Demirel’in ifâdesiyle ambarlar dolu, fabrikaları çalışır halde, sanayi gelişmekteyken, demokrasi ve kalkınmayı inkıtaa uğratıp tahrip eden darbeler/muhtıralar dayatılmıştır.
Ve halâskârân-ı zâbitanın darbecilerin iç ve dış tahriklerle başında bulunduğu hükûmetleri deviren darbe ve ara dönemlerin en baş mağduru olup en büyük demokratik direnç ve mücadeleyi veren Demirel, dehşetli bir manipülasyonla baş mağduru olduğu darbelerin âdeta “sorumlusu”, hatta “suçlusu” olarak insafsızca çarpıtılıyor.
Hâlâ da fütûrsuzca çarpıtıldığı gibi…