Türkiye’nin başta tırmanan terör ve ağır ekonomik kriz tehdidiyle karşı karşıya kaldığı onca problemin ortasında aylarca “cumhur-başkanlığı sistemi”yle iki ay daha ülkenin meşgul edileceği görülüyor.
12 Eylül ihtilâli Konseyi Başkanı Evren için çıkarılan “darbe anayasası”yla zaten yüksek yargıdan üniversitelere tek başına atama ve aşırı yetkilere sahip cumhurbaşkanına, yürütmenin yanısıra yasamayı ve özellikle yargıyı oluşturma ve kontrol etme yetkisinin verilmesinin ileride ülkeyi fevkalâde sıkıntılara sokacağı belirtiliyor.
Diğer yandan “yeni sistemi” halka kabul ettirmek adına, her fırsatta “cumhur-başkanlığı sistemi”nin ‘tek adamlık’ olmadığı”, iki dönemle 5+5’le sınırlandığı” iddia edilip yanıltmalara başvuruluyor. Oysa, ikinci beş yıllık dönemde dördüncü yılın sonunda cumhurbaşkanının Meclis’i fesihle seçime gidilmesiyle ikinci dönem –dokuz yıllık süre- sayılmayacağı ve üçüncü beş yıllığına aday olabileceği ve bu taktikle her seferinde aday olup seçilebileceği vakıasının üstü örtülüyor.
Bu durumda, bir dizi istifham arka arkaya beliriyor:
NEDEN KUTUPLAŞTIRAN VARTAYA DÜŞÜLÜYOR?
Gerçekten, beş yıldır Meclis’te anayasayı değiştirecek çoğunluğa sahip olmasına rağmen “darbe anayasası”nı ve darbeden kalma mevzuatı değiştirmeyen AKP iktidarı, Meclis’i zayıflatan, yargıyı vesâyet altına alan, ayrıştırıp kutuplaştıran “sistem”e Türkiye’yi neden ısrarla sürüklüyor?
Neden parlamenter sistem, Meclis’te, kamuoyunda, üniversitelerde, sivil toplumda yeterince tartışılmadan apar topar ortadan kaldırılıyor?
Başta Başbakan olmak üzere, iktidar sözcüleri, sanki on beş yıldır tek başına iktidarda değillermiş gibi her fırsatta “Türkiye’nin beka sorunu olduğunu, bölünme noktasına geldiğini” söylüyorlar. Dahası, “Evet’ çıkmazsa ülkenin bölüneceğini” ileri sürüyorlar.
Buna karşı, hükûmetin millet irâdesinin temsilcisi Meclis’e karşı sorumlu olmadığı ve hesap vermediği; Meclis’in denetim mekânizmalarını yok eden, yargının denetimi ortadan kaldırılan ve yargıdan kaçırılan “sistem” getirilmek istenerek, tıpkı 12 Haziran 2010 referandumunda olduğu gibi eninde sonunda çıkmaza girip “yanlış yaptık” denilerek bin bir pişmanlıkla vazgeçilecek ucube bir sisteme neden bodoslama gidiliyor? Bu durum “beka sorunu”nu nasıl halledecek?
Niçin “partili cumhurbaşkanı”nın aynı zamanda milletvekillerini belirlemesiyle Meclis’i kontrolünle alacağı, kendisini ve bakanlarını “Yüce Divan” sıfatıyla yargılayacak Anayasa Mahkemesi üyelerinin beşte dördünü atadığı bir “sistem” vartasına göz göre göre düşülüyor?
Neden, Anayasa Mahkemesi’nin denetimine tabi olmayan OHAL ilânıyla vatandaşların temel hak ve hürriyetlerini yok eden OHAL KHK’larını re’sen dayatabilecek yetki tek kişiye bahşediliyor?
Neden, cumhurbaşkanının Meclis’in asıl işlevi olan kanun yapma ve kanun hükmünde kararnâme çıkarma işlevinden bütçeyi hazırlamaya varan yetkiler, tek kişinin uhdesine veriliyor?
NİÇİN ALEL EDİLİYOR?
Sahi madem iki sene daha uygulanmayacak; niçin bütün yetkiyi bir tek kişiye bırakan bu “sistem” alelacele getiriliyor?
Hangi sâikle, mevcut sistemde Meclis’e karşı sorumlu iken, Başbakanlığın ve bakanlar kurulu ortadan kaldırılarak, bütün yetkiler, Meclis’e karşı sorumluluk taşımayan “cumhur-başkanı”na teslim ediliyor?
Hangi gerekçeyle “parlamenter sistemi”nin ıslâhı ve güçlendirilmesi yerine ne olduğu bilinmeyen ve daha şimdiden aksaklıkları açığa çıkan “cumhur-başkanlığı sistemi” gibi bir garabete giriliyor.
Sözkonusu Anayasa değişiklikleriyle bir sürü uyum yasasının çıkarılması, en az 200 yasada değişikliğin yapılması gerekiyor. Sormak lâzım; başında onca problem varken, Türkiye bile bile sistem yönetim kargaşasına, yeni siyasi krizlere, yönetim kaosa itiliyor?
Niçin ve neden?