Gerçek şu ki, uçtan uca savrulan tezatlı söylem ve politikalarla “çözüm” çıkmaza sürüklendi.
Evvela 26 Eylül 2011’de Başbakan olarak “PKK ile görüşme talimatını bizzat ben verdim. Biz, İmralı olsun, Oslo olsun çok açık ve net bu adımları atıp sürdürdük” diyen Erdoğan, 8 Ekim 2012’de de “PKK ile görüşülmesini ben istedim” ikrarında bulundu.
Peşinden 28 Aralık 2012’de “Ben ve müsteşarım risk alıyor. Devletin ajanları, temsilcileri bunları yapar” ifâdesini kullandı.
SİYASÎ HESAPLI SAVRULMALAR…
Başbakan Yardımcısı Atalay, 14 Ocak 2014’te “Kürtlerin temsilcisi Öcalan’la bir mekanizma oluşturduk. MİT Öcalan’la, biz BDP’lilerle, onlar da Kandil’le görüşüyor”, 6 Haziran’da “Öcalan’ın düşünceleri bizim de düşüncelerimiz, devleti kendisiyle hesaplaştırdık”, 5 Ağustos’ta Öcalan’la direkt diyalogumuz var”, 19 Ağustos’ta “Öcalan Kürtlerin lideridir” dedi.
Dönemin İçişleri Bakanı Ala, “HDP’yi aradan çıkardık; artık Öcalan’la görüşüyoruz” açıklaması yaptı. Dolmabahçe toplantısında hükûmeti temsil eden Başbakan Yardımcısı Akdoğan, “Öcalan’ın olayları okuma kabiliyeti var” dedi. Adalet Bakanı Ergin, “Öcalan Türkiye’nin ve dünyanın reel politiğini daha iyi değerlendiriyor” diye konuştu. Hükûmet sözcüsü Arınç, “Sayın Öcalan’ demeyi ve PKK bayrağı açmayı suç olmaktan çıkardık” beyanında bulundu.
AKP milletvekili Metiner, “Öcalan Türkiye’nin demokrasisine katkı sağlıyor, Biz, KCK’yı paralel devlet olarak görmüyoruz, PKK Bağımsız Kürdistan için silâh kullanabilir” cümlelerini kullandı. O. Miroğlu, “PKK bir terör örgütü değildir, kendi topraklarında, belli bir politik programı hayata geçirmeye çalışan bir politik harekettir” sözlerini sarf etti. Y. Aktay, “Öcalan, dünyanın geleceğini iyi okuyup Kürtlerin, PKK’nın, tabanının önüne yeni bir hedef koymuştur” dedi.
Keza dönemin Başbakanının ekonomi danışmanı Y. Bulut, “Öcalan Ortadoğu’da Türkiye’nin önünü açıyor” yorumunu yaparken; iktidara yakın kalemşörlerden Emre Aküz, “PKK terör örgütü değildir” görüşünü serdetti. Hilâl Kaplan, “Öcalan, ölmeyi değil, yaşatmayı seçti”; M. Barlas, “Öcalan, zamanın ruhunu yakaladı”, N. Bengisu Karaca “Öcalan, Nevruzda gayet kapsayıcı ve geleceği gösterdi, uzattığı el havada bırakılsa vebâli altında kalırız” diye yazdılar.
Ve kırılma, 28 Şubat 2015’te canlı yayında kamuoyuna duyurulan, oturma düzenine kadar bilgisinde yapıldığı söylenen Dolmabahçe mutabakatı için Cumhurbaşkanı’nın 22 Mart’ta “Haberim yoktu; doğru bulmuyorum, kabul etmiyorum” çıkışıyla “çözüm süreci’nin bittiği”ni ilânı ile başladı.
Peşinden 28 Nisan’da, “Artık ‘Kürt sorunu var’ demek ayrımcılıktır. Çözüm sürecinde karşı karşıya oturulan bir masa yok, olması devletin çökmesi anlamına gelir” restine karşı, Demirtaş’ın partisinin grubunda “Seni başkan seçtirmeyeceğiz!” tepkisiyle “süreç” bütünüyle berhava oldu.
Ve 5 Mayıs’ta “HDP barajın altında kalırsa süper olur”; 8 Haziran’da “HDP bundan sonra çözüm sürecinin ancak filmini yapar”; 28 Temmuz’da “Bu partinin yöneticileri bu işin bedelini ödemeliler; dokunulmazlık zırhından bunları sıyırmak gerekir” direktifiyle “çözüm”ü tasfiye süreci hızlandırıldı.
YENİDEN “ÇÖZÜM”E DÖNÜLMELİ
Kısacası, AKP’nin tek başına iktidarı kaybettiği 7 Haziran (2015) seçimleri akabinde, PKK’nın KCK/Kandil’den aldığı tâlimatla Doğu’dan Batı’ya, büyük şehirlere uzanan bombalama ve katliamlarıyla süreç tamamen bitirildi.
Yine bu vetirede, muhalefetin koalisyon kurmasına fırsat verilmezken, “halk kaosu seçti”, “başkanlık olmazsa kaos olur”, “AKP tek başına iktidar olmazsa istikrar olmaz, saldırı ve patlamalar sürer” terör tehditli korku propagandası ve algı operasyonuyla 1 Kasım seçim sonuçları sağlandı. Siyasi analistlerin tesbitiyle, “tek başına iktidar’ plânı”yla, “milliyetçi oylar”a göz kırpma stratejisiyle“siyasî çözüm” ıskartaya çıkarıldı.
Neticede, HDP’nin “süreç”i baltalayan PKK’ya bağımsız açık tavır koyamayışı ile “çözüm” büsbütün tasfiye edildi.
Türkiye, biran önce bu anafordan çıkıp yeniden “çözüm”e dönmeli. Yoksa çözümsüzlük daha da derinleşerek kaosu büyütür.