Ankara’daki politik oyunlarda, 7 Haziran seçimleriyle tecelli eden millet irâdesinin yanı sıra “çözüm süreci” de politik manevralarla harcanıyor.
Doğrusu Erdoğan’ın Başbakan olarak başlattığı “süreç”, Cumhurbaşkanı olarak son demde dayattığı emr-i vakilerle çoktandır askıda. Üç yıla yakındır devam eden “süreç”, son üç buçuk aydır âdeta dondurulmuş.
Esasen seçim öncesi Cumhurbaşkanı’nın “Kürt sorunu yoktur” çıkışıyla başlatıp, akabinde “Dolmabahçe mutâbakatı”na karşı olduğunu söyleyip miting meydanlarında “milliyetçi mesajlar”la sürdürdüğü vetirede “süreç” tamamen rafa kalktı.
Meclis Başkanı seçiminde MHP’nin HDP’yi dışlamasının ardından koalisyon arayışlarında Başbakan Davutoğlu’nun da peşinen HDP’yi denklem dışı bırakması, AKP iktidarının “sürec”i berhava eden stratejisini bir defa daha ortaya çıkardı.
Görünen o ki, çeşitli politik ve siyasî hesaplarla “HDP’nin olduğu hiçbir kombinezonda yer almama” tepkisiyle hareket eden MHP’nin arkasına takılan AKP iktidarı, bu uğurda seçimlerle ortaya çıkan tabloya inat bütün siyasî çözümleri ıskartaya çıkartıp çözüm sürecini sabote etme niyetinde.
Bundandır ki, Ankara’daki bütün senaryolar, nâfile turlarla koalisyon formüllerinin tüketilmesi sonucu MHP’nin desteğiyle mevcut müstafi hükûmetle Kasım’da erken seçime gidilmesi hesabı üzerinde dönüyor. Bu hesapla “çözüm süreci” bir defa daha rafa kaldırılıyor.
Gerçek şu ki, siyasette, siyasî partiler elbette seçimleri, politik menfaatlerini düşünürler. Ama siyasetin bundan ibâret olmadığı vakıası ile ülke ve milletin menfaati ve maslahatı söz konusu olduğunda bunun da bir sınırı var.
Sormak lâzım; yıllardır “akan kanın durduğu”, “şehit cenâzelerinin gelmediği” söylemleriyle övünen AKP iktidarı, gelinen noktada tam da “süreç”ten netice alma safhasında niçin göz göre göre “sürec”i heba ediyor?
Yazık değil mi?