Menhus ve menfur “darbe girişimi” kıtalinin ardından artarak devam eden gözaltılar, tutuklamalar, işten uzaklaştırmalar, tasfiyeler, ihraçlar soruşturmalar karmaşası, “muhaliflere cadı avı stratejisi” tehlikesinin sinyallerini çakıyor.
Öncelikle, Başbakan’ın, “İntikam ve merhamet duygusuyla değil, adâletle hareket edeceğiz” teminatına rağmen, “iktidara ilişik” medya, sırf ktidarın yanlışlarını eleştirdikleri ya da muhalif oldukları için milyonlarla vatandaşı töhmet altında bırakıp “potansiyel suçlu” haline getiriyor.
“KURUNUN YANINDA YAŞ DA YANIYOR” İTİRAFLARI…
En son Antalya Valisi’nin “Zaman zaman kurunun yanında yaş da yanıyor. Üniversitedeki operasyonda bunlarla ilgisi olmamasına rağmen bazı hocalarımız -20 akademisyen- bizim yanlışımızla o listelerde yer alıp yanlışlıkla gözaltına alındı” itirafıyla “özür dilemesi” bunun ikrarı. (Milliyet, 1.8.16)
Keza iktidar partisi teşkilâtıyla arası pek iyi olmayan, ancak ilçede önemli hizmetler yaptığı belirtilen Ahmetli Kaymakamı Necmi Akman’ın, 15 Temmuz gecesi darbeye karşı meydana çağırdığı halkla birlikte tertibat alıp sonuna kadar direnmeyi göze aldığı halde, “paralelci” ihbarıyla açığa alınıp alınması üzerine intihar etmesi, jurnalle karalamanın bir diğer çarpıcı örneği. (Cnntürk, 3.8,16)
Doğrusu, her ne kadar her defasında “İntikam olmayacak” dense de, tertiplenen mitinglerde mesela kalabalığa seslenen Ekonomi Bakanı Zeybekci’nin, darbecilerle bütün bir “yapı”nın mensuplarını aynı torbaya koyup, “Bunları öyle deliklere tıkacağız ki, öyle deliklerde cezâsını çekecekler ki, bir daha nefes aldıkça güneş yüzü görmeyecekler, bir daha insan sesi duymayacaklar; ‘Gebertin bizi’ diye yalvaracaklar, idamdan da beter olurlar!” çıkışı vahametin tezâhürü.
“BİRİNİN HATASIYLA BAŞKASI MES'UL OLMAZ”
Bediüzzaman’ın merhum Menderes’e yazdığı mektupta, “Kur’ân’ın ayn-ı adâlet ‘Hiçbir günahkâr başkasının günâhını yüklenmez’ (En’âm164; İsrâ,15; Fâtır,18; Zümer,7) kanun-u esasîsiyle (temel kuralı ile) ‘Birisinin hatâsıyla başkası mesul olamaz.’ Kardeşi de olsa, aşireti ve tâifesi de olsa, partisi de olsa, o cinâyete şerik (ortak) sayılmaz” tefsirindeki hükmü okutturuyor. (Emirdağ Lahikası, 319)
Zira İslâmda ve medeni hukukta, “suçu ispat edilinceye kadar herkes mâsumdur” kaidesinin yanı sıra “suçun şahsiliği” esasıyla cinâyet işleyen cânilerin en yakınları bile mes'ul olmazken, sözkonusu “yapı”ya “mensubiyeti” veya “irtibatı” olanların dehşetli isnad ve ithamlarla “suçlu” ve “mücrim” ilân edilip cezâlandırılması, yine Bediüzzaman’ın ikazıyla “garazkârâne ve anûdâne (inâdına) particilik hesâbına bazı cereyanları aşılaması ihtilâfıyla çok su-i istimâle ve zulme medar (sebep) olur.”
Cinâyete katılanlar, destek olanlar elbette mevcut yasalarla en ağır cezâ ile cezâlandırılmalı. Ancak, “kulak vermek”, “yakınlık/sempati duymak” gibi tesbiti imkânsız, ölçüye gelmeyen, mevhum, meçhul, her türlü spekülasyona ve istismara açık tahmin, vehim ve faraziyelerle insanların muâheze edilip cezâlandırılması adâletten saptırır, haksızlık ve hukuksuzluk vartasına düşürür.
Özetle, soruşturmaların toplu linçe dönüşmesi, hukukun üstünlüğüyle, savunma hakkıyla âdil yargılamanın önemini bir defa daha ortaya çıkarıyor…