Terör saldırılarıyla şehitlerin verildiği, Fırat Kalkanı harekâtıyla Türkiye’nin Suriye’deki iç savaş bataklığına saplanma tehlikesinin sürdüğü, Ankara’nın Bağdat’la Başika askerî kampı krizinin tırmandığı ve yeniden “başkanlık” tartışmalarının ortaya atıldığı süreçte gündem, OHAL uygulamalarıyla daha da ağırlaşıyor.
Hiçbir yargı kararı olmadan “MGK kararı”na dayandırılan iki satırlık KHK maddeleriyle on binlerce kamu personeli listelenip sorgusuz-sualsiz, savunmasız işlerinden ediliyor.
“Soruşturmalar”da esas alınan “kriterler”le, menhus kalkışmayla en ufak bir ilgisi ve bilgisi olmayan nice insana tepeden, delilsiz-belgesiz suçlamalarla büyük haksızlıklar yapılıyor.
“Zaman zaman bazı şeyler söyleniyor, ‘Efendim mağdurlar var.’ Kusura bakmayın mağdur falan yok” diyen Cumhurbaşkanının, peşinden mağdurlar için “İlgili mercilere müracaatla onların da hakları kendilerine iade edilir. Burada bazı yanlışlar, hatalar olmuyor değil, o da olabilir” cümlesine karşılık gelen haksızlıklar bunlar.
“BİR CÂMİAYI TÖHMETLE SUÇLAMAK”
Tenâkuz hal sık sık adâlet ve hukuka vurgu yapan hükûmet sözcüsünün, “FETÖ mağdurları’ diye bir kavram üzerinden sanki bu darbeyi yapanlar, uçakları kaldırıp halkın, Meclis’in üstüne bomba atanlar bunlar değilmiş gibi bunlarla irtibatlı olanların görevden alınmalarını bahane ederek birileri ‘FETÖ mağdurları’ edebiyatı oluşturmaya çalışıyor” ifâdesiyle yüz binlerce mağdurun peşinen “darbeyi yapan, bomba atan darbecilerle irtibatlı oldukları” çarpıtmasında tekrarlanıyor.
Bir yandan “115 bin kişi hakkında işlem yapılmış, açığa alınmış, soruşturma başlatılmış vesaire. 70 bin kişi itiraz etti. Bunları titizlikle inceleyeceğiz” derken, diğer yandan, daha sözü edilen “soruşturmalar” sonuçlanmadan “Ama bunların içerisinde çok düşük oranlarda bazı yanlışlıklar ortaya çıkmışsa ki bizim de bildiğimiz bazı yanlışlıklar var, bunları bahane ederek sanki bu bütün FETÖ’cülerin hepsine bir mağduriyet çıkarılmış, bunlara haksızlık yapılmış gibi bir algı oluşturuluyor” çıkışında su yüzüne çıkıyor. (AA, 8.10.16)
Ya da, “Bunun arkasında binler, on binler var” diyerek iddia ve ihtimallerle binlerce-onbinlerce vatandaşı peşinen itham ederken, 2012’de Boston’da Gülen grubunca organize edilen ‘Kültür Günleri’ programına katılan 12 AKP’li milletvekilinin Pensilvanya ziyaretleri fotoğrafı ile 83’ünün “gizli haberleşme sistemi” olarak belirtilen ByLock kullanmasına ilişkin herhangi bir işlem yapılıp yapılmayacağı?” sorusuna, önce “Doğru bilgiler varsa gereken adımlar atılır” deyip, akabinde “Birkaç kişi yüzünden bütün AK Parti câmiasını, AK Partili siyasetçileri töhmet altında bırakmak doğru değil” cevabıyla “suçun şahsiliği” esasını nazara vermesinde olduğu ibi…
“ZULÜM VE GARAZ OLMAZ MI?”
Neticede, kamuda ve sivilde geniş kitleleri mağduriyete duçar eden KHK’lar Meclis’te görüşülürken, siyasî iktidarın birbirini nakzeden çelişkili açıklamaları kurumlarda derin kargaşayı, toplumda ciddî bir travmayı tetikliyor.
Ortada çelişki ve çifte standart var. Sorumlu mevkideki iktidardakiler ellerinde her türlü devlet imkânı, istihbaratı ve yaptırım gücü olduğu halde “aldatılmışız, yanılmışız” deyip işin içinden çıkarken, insanların kanuna göre Millî Eğitim’in izniyle açılmış okullarda öğretmenlik yapmaları, çocuklarını bu okullara göndermeleri, kayyım atanarak devlet güvencesine alınan finans kuruluşunda işlem yapmaları ya da yasal bir sendikaya üye olmaları “suç” addedilip hukukun temel ilkelerine aykırı şekilde kanunlar geriye doğru işletilerek cezâlandırılıyor. İktidara muhalif herkes “FETÖ’cü” damgası vurularak tasfiye edilmek isteniyor.
Ve bu durum, Bediüzzaman’ın, 31 Mart’taki Divân-ı Harb-i Örfî (sıkıyönetim) mahkemesinde, “bir fırkanın kendisine bir imtiyaz takması”na dikkat çekerek, “Bence kuvvet kanunda olmalı, yoksa istibdat münkasım olmuş (taksim edilmiş) olur. Ve komitecilikle tam şiddetlenir” tesbitini teyid ederken, “müsavatı (kanun önünde eşitliği) ihlâl”le “zâhiren adâlet iken, bir cihette acaba müsâvatsızlıkla (eşitsizlikle) zulüm ve garaz olmaz mı?” sualinin günümüzdeki yansıması oluyor.
(Divân-ı Harb-i Örfî, 48)