Mâlûm, 2007’de başlayan operasyonlar ve gözaltılarla Türkiye’nin bir numaralı gündemi olan başta Ergenekon ve Balyoz olmak üzere “darbeye ortam hazırlama ve darbeye teşebbüs” dâvâları, “orduya kumpas kurulmuş” çarkıyla ardı ardına tahliyelerle ıskartaya çıkarılmıştı.
10 Mart 2014’te tahliye olanlardan biri olan Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Silivri Cezâevi kapısında, “Cemaatlerin, tarikatların kökünü kazıyacağız” demişti.
Ardından -7 Kasım 2015’te- Aydınlık’taki köşesinde bu görüşünü yazan Perinçek, peşinden -2 Ocak 2016’da- Akit TV’de, “Erdoğan bizim mevzie geldi. Demokraside cemaatler olmaz. Bütün cemaatler tasfiye edilir, öncelik Gülen cemaatinde. Cemaatleri tasfiye edip okullarını kamulaştıracağız” iddiasını tekrarlamıştı.
Perinçek, daha önce de cemaat operasyonlarının kendilerinin kitaplarına göre yapıldığını ileri sürmüşü. En son Habertürk’te Fatih Altaylı’nın “Teke Tek” programında, (13.1.16) “Türkiye Cumhuriyeti, müritler, dervişler, meczuplar, cemaatler ülkesi değildir” diye konuşan Perinçek, “Tayyip Erdoğanlar yanımıza geldi. Biz onların yanına gitmedik, kendi mevzimizde duruyoruz. Kendimizden kuşkulanmıyoruz. Erdoğanların mevzimize gelmesinden sevinç duyuyoruz” görüşünü tekrarlayıp bu konuda AKP iktidarının arkasında olduklarını söylüyor.
Özetle, Perinçek’in, siyasî iktidarın “paralel devlet” perdesinde bir dinî cemaatle mücadelesinden memnuniyetini izharla “bütün cemaatleri tasfiye edilecek” tekrarı, Türkiye’de kimlerin kimin yanında ve paralelinde olduğunu bir defa daha açığa çıkarıyor…
Basının tekelleştirilmesi…
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 10 Ocak “Çalışan Gazeteciler Günü” dolayısıyla yayınladığı mesajında, farklı seslerin, özgün düşüncelerin kendini ifade imkânı bulduğu medyanın, sağlıklı bir kamuoyu için çok önemli olduğunu vurgulamış.
Medya mensuplarının “Çalışan Gazeteciler Günü”nü kutlayıp, “Büyük, köklü ve güçlü ülkeler, çok sesli, renkli, etkin, modern teknoloji ile donatılmış basın yayın organlarına sahiptir. Günümüzde sağlam toplumsal yapısı, özgüveni yüksek, demokratik işleyişi kuvvetli, sosyo-ekonomik kimliği olan ülkelerin çok sesli medya organları, kendi vatandaşlarını dünyadaki gelişmelerden anında haberdar edebilme yeteneğine sahiptir” demiş.
Keza “Medya bağımsız olmalıdır; basında çalışanlar, gazeteciler, haberciler ne derece özgür olursa, ülkenin demokrasisi de o denli güçlü olur” cümlesini sarfetmiş.
Bu ifâdeler, ister istemez TMSF ve çeşitli yollarla ya da iktidara yakın iş adamlarının “hükûmeti yeterince desteklemeyen” muhalif televizyon ve gazetelere el konulup tekelleştirilen basının vaziyetini sözkonusu ediyor.
Zira sırf yazılarından ve açıkladıkları görüşlerinden dolayı halen hapisteki gazeteci sayısının 33’e yükseldiği Türkiye’de medyanın bağımsız ve hür olmadığı; basın özgürlüğünün kısıtlandığı, gazetecilere baskı uygulanmaya devam edildiği beynelmilel kuruluşların araştırmalarıyla sabit.
The Economist’in “2015 demokrasi endeksi”nde dünyada 167 ülke arasında Türkiye’nin iki puan daha düşerek 98. sırada; Lebanon, Uganda, Butan’la aynı sıralarda “defolu demokrasiler”den “hibrit-melez” demokrasiler kategorisinde ve hızla “otoriter rejimler” sırasına düşen durumu ortada.
Ve Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü “2015 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi” raporuna göre, 180 ülke arasında 149. sırada yer alan Türkiye’nin haber alma özgürlüğü, siber sansür ve yayın yasağı gibi alanlarda da gerilemiş. Rapora göre, “Türkiye’de basına yönelik baskılar geçmişe göre çok daha şiddetli artarak, ifâde özgürlüğü kısıtlanıyor, gazetecilere baskılar uygulanıyor.” Türkiye, “basın özgürlüğü”nde Burundi, Myanmar, Zimbabve ve Kamboçya gibi ülkelerin kategorisinde yer almış.
Böylece, Cumhurbaşkanı’nın da ifâdesiyle, bir ülkede medya bağımsız olmadan, basın çalışanları, gazeteciler, haberciler hür olmadan o ülkenin demokrasisi de güçlü olmuyor, zayıf ve güdük kalıyor…
ELHASIL
“Elhasıl; şedit bir istibdat ve tahakküm, cehâlet cihetiyle şimdi hükümfermadır. Güya istibdat ve hafiyelik tenâsuh etmiş.” Bediüzzaman, (Dîvan-ı Harb-i Örfî, 49)