Bölge ülkelerinin açık itirazlarına rağmen referandumunun ertelenmemesi, arkasındaki küresel güçlerin desteğini ve Barzani’ye verilen “garantiler”i söz konusu ederken, meşruiyet sorunu devam ediyor; ve bundandır ki daha ilk günden referandum sonucunu kabul ettirme taktiğine başvuruluyor.
Daha referandum devam ederken Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani’nin, “Referandum asla ne Türkiye, ne de başka bir ülke için tehdit değil” sözüyle tepkileri dindirmeye çalışırken, “bunun hemen yarın bağımsızlık ilân edileceği anlamına asla gelmediğini” söylemesi, öncelikle “hazmettirme taktiği” olarak yorumlanıyor.
Keza ABD’nin jeopolitik çıkarları ve İsrail karşısında bölgede güçlü ülke kalmaması hesâbına referanduma gizli destek verdiği ortada iken, Beyaz Saray’ın “Irak’ın toprak bütünlüğüne taraftarız” açıklaması da aynı taktikle yapılıyor.
Görünen o ki, Barzani’nin inadına dayattığı referandumla bölgede fitnenin fitili ateşlendi. Daha ilk günde Irak’ın kuzeyinde taşkınlıklar başlarken bütün bölgede mezhebî ve etnik eksenli ayrım ve tahriklerle gerginlik tırmanıyor.
Yine Kuzey Irak Bölgesel Yönetiminin hemen bağımsızlık ilânında bulunmayıp meseleyi soğutmaya bırakarak bu süreçte “evet” kartı kozunu kullanarak coğrafi sınırlarını genişletmeye, başta Kerkük olmak üzere mücavir kentleri ve toprakları ilhaka; petrol ve enerji kaynakları payını arttırmaya çalışacağı ve meşruiyet dışı emr-i vakiye meşruiyet kazandırmaya çalışacağı kaydediliyor.
IRAK’I FİİLEN PARÇALAMA SENARYOSU
Gerçek şu ki, Suriye’yi “Kürt”, “Sünnî”, “Arap”, “Alevî” ve “Dürzi” bölgeleri perdesinde mezhebî ve etnik ayrımlar üzerinden dörde bölme peşindeki emperyal güçlerce, Irak’ı da “Kürt”, “Şiî Arap” ve “Sünnî Arap” olarak üçe bölme hedefiyle “Kürt bölgesi”ni fiilen koparma senaryosu sahneleniyor.
Bu açıdan son yıllarda Bağdat’ı by pass ederek Bölgesel Yönetimin yasadışı el koyduğu kuzeydeki kaçak petrolün uluslararası piyasalara pazarlanmasına aracı olan Ankara’nın son kertede Başbakan’ın ifâdesiyle “Artık ekonomik, siyasi, askerî alanlarda muhatabımız ve meşru yönetim Irak merkezi hükûmetidir” gerçekçiliğine gelmesi çok geç kalmakla birlikte olumlu bir gelişme.
Ne var ki, peşinden “Vatandaşlarımız rahat olsun, savaşa girdiğimiz yok, bunlar nokta operasyonlardır” denildikten sonra referandumun sıcak bir çatışmaya zemin hazırladığının söylenmesi ve kargaşaya itilen bölgeye “askerî müdahale”den ve “sıcak çatışma”dan bahsedilmesi endişeleri arttırıyor.
Bu hususta, referandumun sonucuna bakılmaksızın yok hükmünde gayri meşru olduğunu tekrarlayan Cumhurbaşkanı’nın, daha birkaç ay önce Türkiye’de bir devlet başkanı gibi âlây-ı vâlâ ile karşılanıp bayrağı göndere çekilen Barzani’yi kastederek, “Bu bölge sadece bir şahsın ya da aşiretinin hayat alanı değildir” restiyle siyasi, ekonomik, ticari ve güvenlik çerçevesinde atılacak adımları sıralarken, “Silâhlı Kuvvetler Silopi’de boşuna gerekli adımları atmadı. Tâviz yok, şu anda Hava Kuvvetlerimiz aynı durumda” diye konuşması dikkat çekici.
“SICAK ÇATIŞMA” VE “ASKERÎ MÜDAHALE” VARTASI
Referandum sonrası özellikle Türkmenlerin yaşadığı bölgelerde halk evlerine kapanırken, Kerkük civarında Irak merkezî hükûmeti destekli Şiî milis gücü Haşt-i Şabi ile Peşmergelerin karşı karşıya gelmek üzere olduğu, her an yine sivillerin ortada kalacağı kanlı çatışmaların olabileceği belirtiliyor.
Referandumun meşruiyetini tanımayan Irak merkezî hükûmetinin isteğiyle İran’ın hava sahanlığını Kuzey Irak’ta kapatıp kara sınırlarını da kapatacağı duyururken, Erbil’in dağlık alanlarına top ateşi yaptığı ve askerî müdahalede bulunabileceğinin bildirilmesi bunun ilk sinyali.
Bunun içindir ki, Ankara’dakilerin “caydırıcılık” perdesinde daha baştan “askerî müdahale” seçeneğine atlamalarıyla “Türkiye’nin Kürtlere karşı harekete geçtiği” çarpıtmasına ve menfi propagandasına fırsat veriliyor. Bu durumun muhatapları mazlum ve mağdur duruma düşürerek meşruiyet kazandıracağı ve Türkiye’yi sıkıntıya sokacağı uyarıları yapılıyor.
Ankara, kaybettiren onca vahim yanlıştan sonra artık günübirlik akıbetsiz politikaları bir tarafa bırakıp, aklı selimle, mâkul ve sâlim uzun vadeli perspektifler geliştirmeli. Tahriklere gelip “zâlimlerin satranç oyunları”yla “askerî müdahale” ve “sıcak çatışma” vartasına düşmemeli.
Bağdat, Tahran ve Şam’la âcilen siyasi ve diplomatik diyaloga girip onlarla birlikte ortak çözümler üreten bir “yol haritası” çizmeli. Bölge ülkelerini bölüp parçalayarak ufaltıp taşeronlaştıran küresel ecnebi emperyallerin menhus tefrika plân ve projelerinin önüne geçilmeli.
Aksi halde tefrika fitnesi daha da alevlenip bütün bölge daha vahim kargaşa ve kaosa sürüklenir.